Tansiyon Hastalarına Sıcak Uyarısı

Yüksek tansiyon hastalarının, son derece ölümcül olan beyin kanaması riskine karşı özellikle sıcak havalarda tansiyonu yükseltecek her türlü nedenden kaçınmaları gerekiyor.

Memorial Ataşehir Hastanesi Nöroşirürji Bölümü'nden Prof. Dr. Murat İmer, hava sıcaklıklarının gün geçtikçe yükseldiğine dikkati çekerek, özellikle belirli bir yaştan sonra, tansiyon hastalarında görülen beyin kanamalarının sıcak havalarda daha da artış gösterdiğini belirtti.

Tansiyonun ani ve denetimsiz yükselmesinin beyin kanamasına neden olabildiğini kaydeden İmer, beyin kanamasına doğumsal damar değişiklikleri, pıhtılaşma bozuklukları, pıhtılaşmayı engelleyici ilaç kullanımı, bazı karaciğer hastalıkları, yüksek dozda alkol kullanımı gibi nedenlerin de yol açtığını hatırlattı.

İmer, ''Yüksek tansiyon hastaları, son derece ölümcül olan beyin kanaması riskine özellikle sıcak havalarda tansiyonu yükseltecek her türlü nedenden kaçınmalıdırlar'' görüşüne yer verdi. Tansiyonun düzenli ilaç kullanımı ve sık kontrollerle kontrol altında tutulması sonucu son yıllarda beyin dokusu içine olan kanamaların sıklığında ciddi bir düşüş sağlandığına işaret eden İmer, özellikle yüksek tansiyon hastalarına şu uyarılarda bulundu:

''Sıcak havaların tansiyon hastalarında beyin kanaması riskini artırdığı bilinmektedir. Bu nedenle özellikle yüksek tansiyonlu hastalar güneş altında uzun süre kalmamaya özen göstermeli, güneşin direk etkilerinden kendilerini korumak için baş bölgelerini koruyacak şapka ile dolaşmalıdırlar. Saat 10.00-14.00 arasında güneş altında kalmamalı, aç kalmamaya dikkat edip sağlıklı ve düzenli beslenmeye özen göstermeli, gün içerisinde artan su ihtiyacını gidermeli, aşırı şiddetli baş ağrısı durumunda dikkatli olmalıdırlar. Tansiyon hastaları ilaçlarını düzenli olarak almalı, tansiyon kontrollerini daha sık yapmalıdırlar.''


Havuzlar Hasta Ediyor

Genellikle kış hastalığı olarak bilinen ve soğuk havalarda ortaya çıkan üst solunum yolu enfeksiyonları, yaz sıcaklarında da klima soğutma sistemleri ile havuzlardan bulaşıyor.

Yaz aylarında görülen üst solunum yolu enfeksiyonları genellikle lejyoner hastalığı olarak nitelendiriliyor.

Hastalığın klimalar, soğutma sistemleri ve havuzlardan bulaştığını ifade eden Memorial Antalya Hastanesi Kulak Burun Boğaz Bölümü'nden Op. Dr. Kemal Demir, "Bu hastalığı yapan mikroorganizma; bakımı iyi yapılmayan; klimalar, soğutma-havalandırma sistemleri, havuzlar ve suyun göllendiği tesisat sistemlerinde çoğalma imkanı bulur. Bu cihazların içinden geçen suların, havada uçuşan zerreciklerinin solunması veya istem dışı nefes yollarına kaçması ile bulaşır" dedi.

Lajyonerin gribe benzediğini ifade eden Demir, hastalığın belirtilerini şöyle sıraladı: "Ateş, halsizlik, kas ağrıları; daha sonraki süreçte de öksürük, balgam çıkarma, derin nefes alma isteği gibi belirtilerle ortaya çıkar. Grip ile benzer belirtiler gösterir. Ancak insandan insana bulaşmaz."

Hastalıktan korunmak için klimalar ve soğutma-havalandırma sistemlerinin genel bakımının, temizliğinin ve periyodik filtre değişikliklerinin zamanında yapılması gerektiğini vurgulayan Demir, havuzların da bakımına dikkat edilmesi gerektiğini söyledi. Demir, gribe benzemesine rağmen lajyoner hastalığında grip ve soğuk algınlığında kullanılan ilaçların doktor önerisiyle alınması gerektiğini belirtti.

BİLİNÇSİZ KLİMA KULLANIMI HASTA EDER
Yaz aylarında bilinçsiz klima kullanımının hasta edeceğine işaret eden Op. Dr. Demir, şu tavsiyelerde bulundu:

"Klima sık sık açılıp kapatılmamalı. Hafif ama kesintisiz birkaç saat çalıştırılmalı. Sıcaklık ayarı çok düşürülmemeli. İdeal serinliği elde edecek şekilde derece ayarı yapılıp çok değiştirilmemeli. Klimaların bakımı düzenli yapılmalı. Filtreler zamanında yenilenmeli."

Özellikle uyunacak odaların klima yerine pencere yoluyla havalandırılmasını öneren Demir, çok sıcak gecelerde zorunlu kalınırsa klimanın 22-23 derece civarında sıcaklığa ayarlanması gerektiğini açıkladı. Soğuk hava çıkış hızının (üfleme) en düşük şiddette olmasını öneren Demir, "Soğuk hava çıkış yönü odanın tavanına dönük olmalı. Sabit kalmalı. Uyuyan kişilerin üzerine direkt yönlenmemeli. Hem pencere hem klima açık olmamalı. Gece üşüme hissiyle uyanılırsa klima kapatılmamalı, sıcaklık ayarı 3-5 derece artırılmalı" şeklinde konuştu.


Sıcak, Tahammül Gücünü Zayıflatıyor

Hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde seyrettiği dönemlerde, sıcak çarpması vakalarında artış gözlendiğini anlatan Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Acil Tıp Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gürkan Ersoy, Haziran ayı itibariyle acil servis başvurularının, sıcaklığa bağlı olarak yüzde 10 ila 20 oranında arttığını söyledi.

Ersoy, ''Özellikle yaşlılar, çocuklar ve hamileler sıcaktan çok etkileniyor. Kalp hastalıkları, sıcak çarpmaları artıyor. Sıcakla birlikte insanların tahammülü gücü azalıyor ve kavgalar yaralanmalar, darplar artıyor'' dedi.

Sıcak havanın olumsuz etkileri konusunda çocuklar, hamileler ve yaşlıların yüksek risk grubunda bulunduğunu, ancak çeşitli meslek gruplarında bulunanların da sıcak havadan etkilenme riskine karşı önlem alması gerektiğini belirten Ersoy, şöyle konuştu:

''Tatil sezonu başladı ve havalar son derece sıcak seyrediyor. Geçen haftalar biraz serin olmasına rağmen, sıcaklıklar birden arttı. Ağustos ayında görülen sıcaklık değerlerine vaktinden önce ulaşıldı. Sıcak çarpmasına dikkat edilmeli. Sıcak çarpmasına karşı en ucuz ve etkili yöntem, tedbir almaktır. 11.00 ile 17.00 saatleri arasında çok mecbur kalmadıkça dışarı çıkmamak gerekiyor. Dışarı çıkılması gereken hallerde, açık renkli, ince giysiler giyerek, şapka ve şemsiye kullanılmalı, güneş gözlüğü takılmalı ve yüksek koruma faktörlü güneş kreminden yararlanılmalı. Eğer doktorunuz aksini söylemediyse 2 litrenin üzerinde sıvı tüketmelisiniz. Alkol kullanımı, mümkün olduğunca akşam saatlerinde olmalı ve az miktarlarla kısıtlanmalı. Kızartma ve baharatlı yemeklerden uzak durulmalı. Kalp, tansiyon ve böbrek hastalığınız yoksa, kortizonlu ilaç kullanmıyorsanız, doktorunuz tarafından yasaklanmadıysa, aldığınız tuzu biraz artırabilirsiniz. Terle birlikte tuz da kaybettiğimiz için halsizlik, yorgunluk, bitkinlik yapabilir.''

GÜNEŞ ÇARPMASI HALİNDE YAPILMASI GEREKENLER
Doç. Dr. Ersoy, güneş çarpan kişilere yapılacak en önemli yardımın, süratle 112 Acil Servis ekibine haber verilerek, sistemin harekete geçmesini sağlamak olduğunu söyledi.

Acil durumların her an gerçekleşebileceği ihtimaline karşı bireylerin ilkyardım eğitimi almasının faydalı olacağını söyleyen Ersoy, şunları kaydetti:

''İlkyardım eğitimi bulunmayan kişilerin yapılabileceği en iyi şey, sağlık ekiplerine haber vermek olacaktır. Doktorlar gelene kadar, hasta, usulüne uygun olarak serin bir yere taşınmalı, üzerine ıslak çarşaf örtüldükten sonra el bileği, kasıklar, koltuk altı gibi damarların yüzeye yakın geçtiği bölgelere havluya sarılı buz torbaları konulmalı, vücut sıcaklığının düşmesi sağlanmalıdır. Eğer şuuru açıksa, vücut sıcaklığını düşürmek amacıyla hastanın soğuk içecekler tüketmesine yardımcı olunmalıdır.''

Ersoy, sıcak havalarda çocukların kesinlikle otomobilin içinde yalnız bırakılmaması gerektiğini, araç içi sıcaklığın yüksek oluşunun, çocuğun hayatını tehlikeye düşüreceğini sözlerine ekledi.


Lens İle Havuza Girmeyin

Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Ali Karataş, kontakt lenslerle havuza veya denize girmenin doğru olmadığını söyledi.

Yaz aylarında güneş ışınlarının kuvvetlenmesiyle birlikte en hassas organlarımızdan gözümüzü korumanın büyük ödem taşıdığını söyleyen Göz Hastalıkları Uzmanı Doktor Ali Karataş, mutlaka gözlük kullanılmasını tavsiye etti.

Artan güneş ışınlarından gözü korumak gerektiğini söyleyen Karataş, "Gözün önüne herhangi bir cam dahi koysanız, gözü kısa dalga boylu zararlı ışınlardan korur. Koruma derecesi camın kalitesine göre artar. Daha iyi camlar görme kalitesini artırır. Daha düşük kaliteli gözlükler ise göz sağlığını olumsuz etkilemez, sadece görme kalitesini düşürebilir" dedi. Dr. Ali Karataş özellikle numaralı gözlük ya da kontakt lens kullanmayan kişilerin güneş gözlüğü kullanmayı ihmal etmemesi gerektiğini söyledi.

LENSLE HAVUZA, DENİZE GİRMEYİN
Yaz aylarında kontakt lens kullanan kişilerin de dikkat etmesi gerektiğini söyleyen Doruk Sağlık Grubu Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Ali Karataş, kontakt lenslerle havuza veya denize girmenin doğru olmadığını söyledi. Kontakt lensin gözde iken mikrop kapması durumunda fark edilmeden enfeksiyonun ilerleyebileceğini ifade eden Karataş, "Günlük lenslerle havuza veya denize girdikten sonra çıkarılacağı için mikrop kapma olasılığı azalır" dedi.

ÇOCUKLARA ŞAPKA GİYDİRİN
Gözlerde alerji sorunlarının da mevsimlerin değişmesi ile arttığını belirten Karataş, polenler nedeniyle göz alerjilerinin ilkbahar ve yaz aylarında daha sık görüldüğüne dikkat çekerken, bu mevsimlerde göz doktorunun reçete ettiği uygun göz damlaları kullanabileceğimizi belirtti. Karataş, küçük yaşlardaki çocuklarda gözlük kullanımı zor ise şapka takmanın da faydalı olabileceğini söyledi.


Güneş Kremiyle İlgili Çarpıcı Gerçek

Yapılan bir araştırmaya göre, güneş kreminin kalitesi pahalı ya da ucuz oluşuna bağlı değil. Hatta ucuz krem daha iyi koruyor.

Okulların kapanmasıyla aileler çocuklarıyla birlikte tatil bölgelerine akın etmeye başladı. Aileler çocuklarını güneş ışınlarından korumak için en pahalı güneş kremlerini almayı tercih ediyor.

Ancak Alman kalite standardı kurumu Warentest, güneş kreminin kalitesinin pahalı ya da ucuz olmasıyla ilgisi olmadığını ortaya koydu. Hatta ucuz satılan güneş kremlerinin daha etkili olduğu ortaya çıktı.

Warentest'in 19 güneş kremi markası üzerine yaptığı araştırmada, 100 miligramının fiyatı 2 eurodan düşük olan güneş kremlerinin güneşten daha iyi koruduğu ortaya çıktı. 100 miligramın 21 euro olan en pahalı güneş kremi ise "ortalama" bir not aldı.

Kremi içeriğine bakarak seçin

Warentest aileleri güneş kremi alırken fiyatından çok içindeki suya ve güneşe karşı dayanıklı olup olmadığına dikkat etmesi gerektiğini belirtti. Warentest ayrıca bir önceki yıldan kalan güneş kremlerinin de rahatlıkla kullanılabileceğini ve güneş kremlerinin bozulmasının pek söz konusu olmadığını belirtti.


Cilt Kanserinde Aşı Umudu

Ameliyata uygun olmayan cilt kanseri hastaları için başlatılan uluslararası katılımlı klinik araştırmaya Türkiye'de sadece 1 hasta katıldı. Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Cebeci Hastaneleri Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Demirkazık, cilt kanserlerinin ''malin melanom'' ve ''melanom dışı cilt kanserleri'' olmak üzerek iki grupta incelendiğini söyledi.

Demirkazık, yaygın metastaz yapabilen, ciltteki benlerden kaynaklanan malin melanomun çok tehlikeli olduğunu belirtti. Melanom veya melanom dışı cilt kanserlerinin erken evrelerinde tedavinin cerrahi olduğunu ifade eden Demirkazık, kemoterapi ve benzeri ilaç tedavilerinin ise hastalığın yaygın olması veya nüks etmesi durumlarında söz konusu olduğunu anlattı.

Demirkazık, yurt dışında bu yöntemlerin dışında ''aşı'' tedavisinin en az 20 yıldır yapıldığını belirti. Tedavinin ''hazır aşı'' veya ''kişiye özgü geliştirilen aşı'' şeklinde 2 türlü uygulanabildiğini dile getiren Demirkazık, ''Aşı tedavisi, araştırma amacıyla yapılan bilimsel çalışmalardır ve nüks olmuş melanom başta olmak üzere bazı kanser türlerinde Türkiye'de de seyrek olarak uygulanabilmektedir'' dedi.

Demirkazık, hazır aşıların ticari amaçlı üretilmediği için piyasada bulunmadığını, ancak bilimsel araştırma amaçlı olarak hastanelerde kullanıldığını vurgulayarak, şunları kaydetti:

''Kişiye özgü üretilen aşılar, hastanın kendisinden üretiliyor. Bu aşı için, öncelikle tümörün metastaz yaptığı bölgeden biyopsi alınıyor ve hastadan afrez cihazı ile alınan kan örneği birlikte laboratuvara gönderiliyor. Kanın içerisindeki bağışıklık hücreleri ile tümör hücresi, özel bir ortamda bir araya getirilerek, bağışıklık hücrelerinin tümörü tanıması sağlanıyor. Ardından tümörü tanımış bağışıklık hücreleri, tümörden arındırılarak hastaya geri veriliyor.''

Uygulama ile bağışıklık hücrelerinin, tümörü düşman olarak algılayıp, vücudu tümörden temizlemesinin amaçlandığını belirten Demirkazık, ''Dünyada yapılan denemelerde, aşı uygulamasının hastanın vücudundaki tümörleri yüzde 20-25 oranında gerilettiği hatta bazılarında tamamen kaybettiği belirlendi'' dedi.

UMUT İÇİNDE BEKLEYEN HASTALAR İÇİN BİR KAYIPTIR
Demirkazık, şu anda Türkiye'de kişiye özgü aşı geliştirmeye yönelik klinik bir araştırma olmadığını, ancak cilt kanseri tedavisinde hazır aşı uygulamasının 2009 yılının Ağustos ayı içinde başlatıldığını anımsattı.

Demirkazık, araştırmanın ciltte nüks olmuş melanomlu hastalarda, kemoterapi tedavisi ile hazır aşı uygulamasını karşılaştıran bir klinik araştırma olduğunu bildirdi. Projede, ABD ve çok sayıda Avrupa ülkesinin yer aldığını anlatan Demirkazık, klinik araştırmaların Türkiye'de de İzmir, İstanbul, Ankara ve Antalya'da 4 merkezde yapıldığını söyledi ve uygulamaya ilişkin şu bilgileri verdi:

''Hastalara uygulanacak standart tedavi kemoterapidir. Bu araştırmada da kemoterapiyle aşı tedavisi karşılaştırılacaktı. Araştırma kapsamında, hastalardan birine standart tedavi olan kemoterapi, iki hastaya ise sadece aşı uygulanacaktı. Hastalar, bu iki tedaviden sadece birini alabilecekti. Hastanın hangi tedaviyi alacağı önceden bilinmeyecekti. Bu, internet aracılığıyla hasta kayıtlarının ve bilgilerinin yapıldığı uluslararası telefon bağlantısıyla hiç kimsenin müdahalede bulunamadığı sistem sayesinde otomatik belirlenecekti. Kişileri, yurt dışındaki çalışma merkezi ayarlayacak ve bize hangi tedavinin kime uygulanacağı bildirilecekti.''

"TÜRKİYE'DE KLİNİK ARAŞTIRMALAR İYİ ANLAŞILMIYOR"
Klinik çalışmaların Türkiye'de çok iyi anlaşılmadığı için çok az kişinin araştırmalarda yer aldığını belirten Demirkazık, ''Bilgilendirme ve bunun şu an beklemek dışında hiçbir müdahale yapılamayan hastalarımız için umut olduğunu belirtmemize ve yazılı-görsel basında duyurduğumuz halde üç merkez hiç hasta alamadı. Sadece biz 1 hasta alabildik. Eğer hasta başvuruları olsaydı, her merkez 4-5 hasta alabilirdi. Yani toplam 18 hasta alınmış olsa bunların 12 tanesi aşı, altı tanesi ise standart kemoterapi tedavisi alacaktı. Böyle olunca da Türkiye araştırmanın içinde sonuncu sırada yer aldı. Bu, hem bilim için hem Türkiye için hem de umut içinde bekleyen hastalar için bir kayıptır'' dedi.

Demirkazık, bu tür klinik çalışmaların hastalar için de bir fırsat ifade ederek, ''Bunlar piyasada para ile alınamayacak ilaçlardır. Hasta, tek bir kuruş ödemeden böyle bir imkandan yararlanabilmektedir. Çünkü, araştırma ilaçları henüz dünyada hiç bir ülkede ruhsatlı olmadığı için dışarıdan temin edilemez'' dedi.


Çocukları Yaz Hastalıklarından Koruyun

Bebek ve çocukların doğrudan güneş ışığına maruz kalmaması gerektiğini söyleyen Acıbadem Maslak Hastanesi Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Ebru Tuğrul Sarıbeyoğlu, çocuklara şehirde dolaşırken 15-30 faktör, deniz kenarında ise sudan ve kumdan yansıyan ışık nedeni ile 50 faktör güneş kremi sürülmesi gerektiğini söyledi.

D vitamininin çocuk gelişimi açısından önemli olduğunu hatırlatan ve D vitamini sentezi için direkt güneş ışığına ihtiyaç olduğunu belirten Dr. Sarıbeyoğlu, "Ciltte D vitamini sentezine yarayacak dalga boyundaki ışınlar camdan geçemediği için direkt güneş ışığı ile temas önemli. Ancak güneşin çok dik gelmediği saatlerde çocukların kol ve bacaklarının 20 dakika güneşe maruz kalması yeterli ışın almalarını sağlayabiliyor" dedi.

Dr. Ebru Tuğrul Sarıbeyoğlu, çocuklarda yazın sık karşılaşılan rahatsızlıklar ve tedavileri hakkında bilgi verdi ve merak edilen soruları şöyle yanıtladı:

SICAK ÇARPARSA BOL SIVI
"Sıcak çarpması uzun süre güneş ışınlarına maruz kalmakla oluşuyor. Bu nedenle bebek ve çocukların doğrudan güneş ışığına maruz bırakılmaması gerekiyor. Aileler genellikle kemik gelişimlerine katkısı olması için uzun süre deniz ve havuz kenarında çocukların oynamasına, şiddetli güneş ışığının altında kalmasına izin veriyor. Oysa güneş koruyucu bile kullanılsa bebeklerin, çocukların uzun süre, şiddetli güneş ışığına maruz kalmaları sıcak çarpmasına neden olabiliyor. Çocukların özellikle deniz kenarında başlarında şapka ve üzerlerinde açık renkli giysilerle gölgede kalmaları önem taşıyor. Çocuklar gölgede bile olsalar yansıyan ışınlar nedeni ile hem güneş yanığı hem de sıcak çarpması riski altında oluyorlar.

GÜNEŞ ÇARPMASININ BELİRTİLERİ NELER?
Güneşe uzun süre maruz kalınması sonucu vücudun ısı dengesi bozulacağı için başlıca şu belirtiler ortaya çıkıyor:
• Şiddetli baş ağrısı,
• Bulantı,
• Kusma,
• Yüksek ateş,
• Şuur bulanıklığı, uykuya eğilim,

BUNLARI YAPIN
• Öncelikle çocuk serin bir yere götürülmeli,
• Vücudu sıkan giysiler çıkarılmalı,
• Başa, kasıklara ve koltuk altına soğuk kompres yapılmalı,
• Eğer bilinci yerindeyse, şiddetli kusma yoksa kaybedilen sıvı ve tuzu yerine koymak için bol sıvı (ayran, su, meyve suyu) verilmeli; seçilecek besinler sıvı şeklinde olmalı,

BUNLARI YAPMAYIN
• Çocuğun bilinci yerinde değilse veya şiddetli kusma varsa içecek verilmeyin,
• Alkol koklatmayın,
• Gazlı içecekler vermeyin,
• Katı gıdalar yemesi için ısrar etmeyin,

NE ZAMAN DOKTORA BAŞVURULMALI?
• Çocuğun bilinci yerinde değilse,
• Çok kusma varsa,
• Ateş düşürülemiyorsa,
• Ağızdan sıvı alımı mümkün olmuyorsa mutlaka doktora başvurmak gereklidir.


Tükenmişlik Sendromu

Denizli Devlet Hastanesi'nden psikolog Handan Hasırcıoğlu, 'tükenmişlik sendromu'nun kadınlarda duygusal tükenmişlik, erkeklerde ise duyarsızlaşma ve kişisel başarıdan düşme hissi olarak ortaya çıktığını belirtti.

Denizli Devlet Hastanesi'nde düzenlenen 'Tükenmişlik Sendromu' konulu konferansta konuyla ilgili bilgi veren psikolog Handan Hasırcıoğlu, "Bireyde ruhsal ve fiziksel açıdan enerjinin tükenmesi olarak ifade edilebilecek olan tükenmişlik kavramı; duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve kişisel başarıda düşme hissi olarak üç alt boyuttan oluşur" dedi.

"KADINLAR DUYGUSAL TÜKENMİŞLİK YAŞIYOR"
Psikolog Hasırcıoğlu, yapılan çalışmalara göre kadınların erkeklere göre daha fazla duygusal tükenmişlik yaşadığını, erkeklerde ise duyarsızlaşma ve kişisel başarıdan düşme hissinin yaşandığını söyledi. Psikolog Hasırcıoğlu, "Genç çalışanların, mesleğin ilk yıllarında beklentilerinin de yüksek olması nedeniyle daha fazla tükenmişlik hissettikleri ortaya konulmuştur. Kişisel başarıda düşme hissi yaşayan kişilerin ise daha uzun süredir çalışanlar olduğunu ortaya çıkmıştır" diye konuştu.

EĞİTİM ARTTIKÇA TÜKENMİŞLİK ARTIYOR
Eğitim düzeyi yükseldikçe tükenmişliğin arttığının gözlendiğini bildiren psikolog Handan Hasırcıoğlu, "Bu sonuç, eğitim arttıkça stres oluşturan durum ve sorumluluklarla karşılaşma olasılığının artması ile de açıklanabilir. Eğitim arttıkça bireylerin geleceğe yönelik kariyer beklentilerinin artması da bir stres kaynağı olarak görülebilir" şeklinde konuştu.

GERÇEKÇİ HEDEF VE BEKLENTİLER GELİŞTİRİLMELİ
Tükenmişliği önlemede bireylere önemli görevler düştüğünü belirten psikolog Handan Hasırcıoğlu, "Kişinin tükenmişliğin ne olduğunu ve belirtilerini bilmesi, kendi üzerinde yaşadığı durumu erken tanımasını ve çözüm aramaya yönelmesini sağlayacaktır. Bireyler işle ilgili gerçekçi hedef ve beklentiler geliştirmelidir. Kişilerin duygularını ve zorlukları paylaşmalarının, gerektiğinde yardım istemelerinin, sorunlar artmadan çözümde önemli bir kolaylık sağlayacağı bilinmelidir" dedi.


Botoks mu Yaptırmalı, Dolgu mu

Doğuştan gelen özelliklerin yanı sıra kişilerin karakterleri de, estetik ihtiyaçlarını belirleyen unsurlar arasında yer alıyor. Botoks ve dolguların doğru uygulamalarda büyük bir fark yarattığını belirten Plastik ve Estetik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Akın Yücel, sert mizaçlı insanların kaşlarını çok çatmaları sebebiyle kaş arasında derin bir çizgi oluştuğunu, güleç mizaçlı insanlarda ise dudak kenarlarında ve göz çevrelerindeki çizgilerde geçen yıllarla beraber artış olduğunu söylüyor. Prof. Dr. Yücel, botoks ve diğer bir yöntem olan dolgunun aynı anda uygulanması sonucunda, bu tür karaktere bağlı oluşan kırışıklıklarda mükemmel sonuç aldıklarını anlatıyor. Prof. Yücel özellikle vücuttan yağ alınarak gerçekleşen dolguların ise pozitif sonuçlar verdiğine dikkat çekiyor.

Doğanın baharda yenilenmesinin ardından, kadınlar da erkekler de yaza yenilenmiş olarak girmeyi önemsiyor. Bu yenilenmeye yardımcı olarak Botox ve Dolgu işlemine müracaat ediyorlar. Botoks işleminin çok uygun dozlarda, yüz anatomisi iyi incelenerek yapılması önem taşıyor. Sürekli kaşlarını çatan bir görüntüye sahip bir kişinin emin olun alnında ve kaş aralığında yatay ve dikey onlarca çizgi oluşur. Ya da zamanın göz kenarlarında oluşturduğu kırışıklıklar da yine botoksa davetiye çıkarıyor. Konuyla ilgili açıklama yapan Prof. Dr. Akın Yücel, botoks ve dolgu ile ilgili bilinmeyenleri aydınlattı.

Dünyada estetik ve cerrahi operasyonlar üzerine bilgisi sınırlı olanların dahi ilk sırada söyledikleri uygulamaların başında botoks geliyor. Dünyada neredeyse 500 milyon kişinin tercih ettiği bu uygulamalar doğru kullanıldıklarında kişiler üzerinde büyük bir farklılık yaratıyor. Hem güzellik hem de sağlık açısından yararlı olan botoksun yanı sıra, dolgular da insanların kendileri ile barışık ve güzel bir şekilde yaşamalarına olanak tanıyor.

Botoks ve dolguların doğru ve birlikte kullanıldıklarında memnun edici sonuçlar bıraktığını belirten Prof. Dr. Yücel konu ile ilgili olarak görüşlerini paylaştı.

BOTOKS NEDİR?
Botoks genellikle alında, kaz ayağı ve kaşları çatınca ortaya çıkan çizgiler ve gerdan (dekolte) bölgesi için kullanılan, temel amacı kırışıklıkları ortadan kaldırmak kullanılan bir uygulamadır. Dünyaya tanıtıldığı 1989 yılından bu yana en popüler cerrahi olmayan estetik operasyonların başında gelen bu uygulama, dünyada milyonlarca kişi tarafından kullanılmakta özellikle 40-59 yaş arası kadın ve erkekler arasında tercih edilmektedir. Botoks kırışıklıklarda iki yönlü olarak kullanılır. Birincisi, botoks kırışıklığa sebep olan kası gevşetir, ikincisi ve daha da önemli olanı, kas gevşedikçe, kişi bu kası kullanarak kırıştırma alışkanlığını bırakır. Botoks böylelikle kırışıklıkların daha da ileri boyutlara ulaşmasını engeller. Botoks’un son zamanlarda kullanımlarına eklenen bir başka bölge ise koltuk altıdır. Özellikle fazla terleyen ya da fiziksel işler ile uğraşanlar için bir kurtarıcı olan botoks, bölgeye uygulanarak koltuk altı ve elde, hatta ayakta oluşan terlemeleri önler. Kısacası botoks, hem güzellik hem de sağlık için çok önemli olan bir uygulamadır. Kamuoyunda oluşan bu operasyon üzerindeki kötü şöhret ise maalesef yanlış, aşırı ve ehliyetsiz uygulamalardan kaynaklanmaktadır.

BOTOKSUN KALICI OLMASI İÇİN NE YAPMAK GEREKİR?
Botoks genelde 4 ay sabit kalır, ancak 4-6 ay arasında etkisi hafif hafif azalmaya başlar. 6 ayda bir botoks yaptırmak uygun olabilir. Güneşten korunma önlemlerinin alınması ve nemlendiricilerin kullanılması fazla kırışıklıkların olmasına engel olabilir. Aynı zamanda bu önlemler yapılan botoks işleminin de süresinin ömrünün uzun olmasını sağlar.

BOTOKS YÜZÜN HANGİ BÖLÜMLERİNE UYGULANABİLİR?
Botoks faklı bölgelere uygulanabilir. Genellikle yüzün üst bölgesine, kaz ayağı kırışıklıklarına, kaş arasındaki dikine çizgiler ve alındaki yatay çizgilere uygulanır. Kaş arasında 5-7, alında 4 noktaya, göz kenarında 2-4 noktaya enjekte yapılabilir.

BOTOKS SONRASI MİMİK HAREKETLERİ KAYBOLUR MU?
Bazı mimiklerde kaybolma olabilir. Eğer çok miktarda enjeksiyon yapılmışsa, mimik kaybına neden olabilir, bu daha çok alın ve kaş bölgesinde görülür. Kaş çatma hareketi pek yapılamaz, alın bölgesinde de kaşları kaldırma hareketi yapılamaz. Göz çevresinde hareket sınırlılığı olmaz, çünkü botoks dış köşeye yapılır. Göz kapağı gibi noktalara botoks yapılmadığından o bölgedeki hareketlerde sınırlama olmaz.


BOTOKS KIRIŞIKLILARA HEMEN ETKİ EDER Mİ?
Botoks uygulandıktan 2 – 3 gün sonra etkisini gösterir. Üçüncü hafta yüz tamamen kendine gelir. Genellikle 1 hafta sonra hastalarımızı kontrole çağırırız. Botoksun etkisi ise 4-6 ay sürer.


BOTOKS ACI VEREN BİR İŞLEM MİDİR?
Botoksun ağrısı olabilir ama bu ağrı dayanılmayacak kadar kötü değildir. Hastaya lokal anestezi ya da uyuşturucu kremler de yapılarak, ağrı en az seviyeye indirilir. Botoks, can yakıcı bir işlem değildir. Sonrasında da ağrı hissedilmez.

ESTETİK DOLGU MALZEMELERİ NEDİR?
Yüzümüzde sarkma sonucu oluşan çizgilerin ve derin kırışıklıkların, yaşlanmaya bağlı oluşan çökmelerin (gözaltında, yanaklarda vb.), ciltteki bazı çukur bölgelerin (yara izi, sivilce izleri gibi) doldurulması ve dolgunluk sağlanması; bazen de kontür düzeltilmesi (dudakların daha canlı kıvrımlı ve dolgun görünmesi gibi) amacıyla cilt altında kullanılan malzemelere dolgu malzemeleri diyoruz. Bunlar, kişini kendisi yağ dokusu olabileceği gibi, çok çeşitli kimyasal maddelerden üretilen ve piyasaya sunulan ürünler olabilir. Vücudun kendi yağ dokusu dışında yabancı maddelerin vücut içine enjekte edilmesi pek çok sakınca doğurabileceğinden, birkaç çok güvenilir ürün dışında (kollajen, hyalüronik asit gibi) tercih edilmezler.

NİÇİN KENDİ DOKUMUZ EN UYGUN DOLGU MALZEMESİDİR?
Yüz kırışıklarının veya çökme, sarkmalarının tedavisinde kullanılan diğer dolgu malzemeleri (kollejen, enjekte edilen silikon, dikiş materyalleri gibi) zaman zaman alerjik reaksiyonlara yol açabiliyor, enfeksiyon riskleri yağ ve doku kokteyline oranla çok daha fazla olabiliyor. Ayrıca bazı dolgu maddeleri ile son derece kötü, doğal olmayan sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Yağ enjeksiyonlarından sonra alerjik reaksiyonlar görülmez. Enfeksiyon riski çok düşüktür. Bu nedenlerle pahalı ve enfeksiyon, apse oluşumu, yara açılması gibi istenmeyen pek çok sonuçlar doğurabilen yapay dolgu malzemelerinin yerine cerrah ve hastaların biyolojik dolgu malzemelerini tercih etmeleri önemlidir.

ESTETİK DOLGU MALZEMELERİNİN ETKİSİ NE KADAR SÜRER?
Vücuttan alınan yağlar ile yapılan dolgularda 3 ay sonrasında bile yağlar hala duruyorsa, hayat boyunca duracağı anlamına gelir. Ama yağ erimişse yağ enjeksiyonunu tekrar yapmak gerekir. Özellikle yağ enjeksiyonları verilen bölgede küçük fark olur. Örneğin çene ucuna enjeksiyon yapılıyorsa, bunun kalıcı olma durumu daha fazladır. Çünkü çene kısmında kemik üzerine dolgu verilir, kemik üzeri dokular hareket etmez; bu da kalıcı olmasını sağlar. Elmacık kemikleri de bu şekildedir. Ancak dudağa verilen yağları tekrar etmek gerekir.

HANGİ ESTETİK OPERASYONLARDA DOLGU MALZEMELERİ VERİLİR?
İlk zamanlarda dolgu maddeleri kırışıklıklarda kullanılırdı. Son zamanlarda ise bu konuda ciddi değişiklikler oldu. Dolgu maddelerini yüzün şeklini değiştirmek için kullanıyoruz. Yüzde zaman içinde kaybolan dolgunluğunu yerine koymak için dolgu malzemelerinden faydalanıyoruz. Gözaltı, üstü ve yanaklarına dolgu işlemi uyguluyoruz. Bu bölgeler zamanla inceliyor ve kayboluyor. Bu dolgunluk kaybını yerine koymak gerekiyor. Şu andaki dolgu maddelerinin kullanmaktaki temel amaç, yanakları, gözaltını doldurmak, göz çevresi ve yüze daha genç ve dinamik bir ifade verebilmektir.

ESTETİK DOLGU MALZEMELERİ YENİLENEBİLİR Mİ?
Eğer fabrikasyon üretim bir estetik dolgu malzemesi ise yenilenmesinde sakınca yoktur. Fabrikasyon dolgu maddesi bir şekilde sona ereceği için ve hasta yapılan dolguyu beğenmişse, aynı şekilde devam etmek mümkündür. Beğenmediği durumlarda ise, hasta yaptırmamayı tercih edebilir. Vücuttan yağ enjeksiyonu alınıp yapılan ameliyatlarda tekrar edilebilir.

ESTETİK DOLGU MADDELERİNDE ÇÖKMELER YAŞANABİLİR Mİ?
Fabrikasyon olan dolgu maddelerinde erime ve çökmeler mutlaka yaşanır. 4 aylık, 8 aylık, 1 ve 5 senelikler fabrikasyon dolgu maddeleri bulunmaktadır. Ama bunların her biri zamanı geldiğinde erirler. Erken erime gibi bir durum genellikle olmaz. Vücuttan yağ alınıp enjekte edildiği durumlarda ise yüzde 70 civarında kalıcılık vardır. Yağ enjeksiyonları, 3 ay bozulmadan vücutta kalırsa, hayatın sonuna kadar kalma ihtimali vardır.

DOLGULARIN BOTOKSTAN FARKI NEDİR?
Enjekte edilebilir dolguların botokstan farkı; kalınlık (sıklık) ve uzun ömürlülük ile ilgilidir. Genel olarak dolgu ne kadar sıkıysa kırışık o denli doldurulacaktır, ancak bu tümseklik (bump) ihtimalinin artmasına yol açacaktır. Özellikle bu tür pütürlüklerin düşük göz kapakları ve kaz ayağı gibi daha ince deride görülme ihtimalleri yüksektir. Bundan dolayı bu noktalarda uygulanacak dolgular işlev anlamında başarılı olurken estetik açıdan iyi görünmeyecektir. Bu bölgelerde sıklığı en az olan Zyderm ve Restylane dolguları kullanılabilir, ancak bunların kullanım süreleri kısa olacaktır. Dolgular ayrıca yüz yapısını korumak için farklı kullanımlara sahiptir. Bu kullanımlardan başlıcaları:

Sivilce izlerini doldurmak
Çene kemiklerini daha dolgun ve kesin göstermek
Dudak genişletmek
Dudak asimetrisi ve deformasyonlarını ortadan kaldırmak
Ameliyatsız burun operasyonlarında –özellikle burun kemerinde- kullanmak
Koyu renkteki gözaltı torbalarını ortadan kaldırmak

HEM BOTOKS HEM DE DOLGULARI NE ZAMAN KULLANMALIYIZ? HER İKİSİNİ AYNI ANDA UYGULAYABİLİR MİYİZ?
Eğer sadece belli kaslarımızı sıktığımızda kırışıklıklar oluyorsa botoks tercih edilecek uygulama olacaktır. Özellikle alın çizgileri ya da yüzdeki kasların bilinçli sıkılması ile oluşan çizgiler en yaygın görülen operasyon bölgeleridir. Herhangi bir kası sıkmaksızın oluşan kırışıklıklar içinse dolgular kullanılmalıdır. Eğer kırışıklıklar devamlı gözüküyorsa ve kaslarımızı sıktığımızda bu kırışıklıklar daha da ilerliyorsa, hem botoks hem de dolgular kullanılmalıdır.


Sıcaktan Soğuğa Ani Geçiş Yapmayın

Klimaların belirli zaman aralıklarında yavaş yavaş ısısını düşürerek kullanılması, klima temizliği ve bakımına önem verilmesi gerektiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Hişam Alahdab, klimaların bilinçsiz kullanılması durumunda üst solunum yolu hastalıkları, gribal enfeksiyonlar ve yüz felci gibi hastalıklara yakalanma riskinin arttığına dikkat çekti.

Yazın insan vücudu sıcak havayla bağlantılı ortaya çıkabilecek sağlık sorunlarından kendini terleyerek korumaya çalışır, fakat bazı durumlarda bu terleme refleksi yeterli gelmez ve sağlık sorunları ortaya çıkar. Sıcağa bağlı sağlık sorunlarının temel nedeni vücudun aşırı sıvı ve mineral kaybına uğramasıdır. Aşırı sıvı kaybından dolayı susuz kalan vücutta; baş ağrısı, halsizlik, ağız kuruluğu, baş dönmesi, dengesizlik ve mide bulantısı olabilir. Daha ileri aşamalarda kan basıncı düşmesi, yüksek ateş, baygınlık ve bilinç kaybı ile şok durumu oluşabilir. Sıcaktan korunmaktan için kullanılan klimalar en hızlı ve etkili yöntemlerden biridir ancak bilinçli kullanılması son derece önemlidir.

SICAK ORTAMDAN SOĞUK ORTAMA GEÇERKEN DİKKAT!
Sıcakların iyice kendini hissettirdiği bu günlerde klima ile serinlemek isteyenleri uyaran Dr. Hişam Alahdab “Aşırı sıcak ortamdan hızlı bir şekilde soğuk ortama geçmek bazı hastalıkların riskini ciddi anlamda arttırıyor. Bu hastalıklar arasında klimalar ve soğutma sistemlerinde küf mantarların, bakterilerin ve tozların birikmesine bağlı nefes darlığı, astım, alerjik nezle ve alerjik zatürree sayılabilir. Alerjik hastalıklar dışında, bazı viral ve bakteriyel hastalıkların özellikle bakımı yapılmayan veya eskiyen klimalar ve merkezi soğutma sistemlerinden bulaşabildiği biliniyor. Bununla birlikte uygun olmayan havanın solunması sonucu ateş, baş ve kas ağrıları ve halsizlik gibi gribal enfeksiyonel hastalıklara da yakalanma ihtimali artıyor” dedi

KLİMA BAKIMINI İHMAL ETMEYİN
Klima kullanırken birkaç önemli noktaya dikkat edildiği takdirde hastalık riskinin azalacağını belirten Dr. Alahdab “Klimanın ayarını aniden en soğuk konuma getirmek yerine derecenin belirli zaman aralıklarında yavaş yavaş düşürülmesiyle vücudun ısı değişikliğine adaptasyonu daha kolay olur. Örneğin dışarıda sıcaklık 35 derece ise klima çalıştırılacak ortamda sıcaklık, aralıklarla 5`er derece düşürülmeli ve son olarak 25 derecede sabitlenmelidir. Buna ek olarak klimanın düzenli olarak bakımı ve temizliği yaptırılmalı, doğru kullanım konusunda hassas olunmalıdır” diye konuştu.


Depresyon Bunama Riskini Artırıyor

ABD'de yapılan iki araştırma sonucuna göre, depresyon geçiren kişinin demansa yakalanma (bunama) olasılığı daha fazla.

Ancak bilimadamları, bu iki hastalık arasında bağlantı olsa da doğrudan bir ilişkiden sözedilemeyeceğini vurguluyor.

Massachusetts Üniversitesi'nden Dr. Jane Saczynski tarafından yapılan ilk araştırmada, 949 yaşlı 17 yıl boyunca takip edildi ve bu zaman zarfında bu kişilerden 164'ü bunamaya yakalandı. Depresyon geçirenlerin yüzde 22'sinde bunama da görüldüğü, bunayanların yüzde 17'sinin ise daha önce depresyon geçirmediği belirlendi.

ABD'de 1239 kişi arasında yapılan diğer araştırmada ise, araştırmaya katılanların geçirdikleri depresyon sayısıyla bunama arasındaki ilişkiye bakıldı. Bunun sonucunda, bir kişi ne kadar çok depresyon geçirirse bunama riskinin o kadar fazla olduğu saptandı.

Araştırma sonucunda, iki veya daha fazla depresyon geçirenlerde bunama riskinin neredeyse iki kat arttığı belirlendi.

İlk araştırmayı yapan Saczynski, "Depresyonunun doğrudan bunamaya yol açıp açmadığını kesin olarak bilinmese de, depresyonun bunama riskini artırabildiği bazı durumlar var" dedi.

DAHA FAZLA ARAŞTIRMAYA İHTİYAÇ VAR
Saczynski, bir kişi depresyona girdiğinde beyin dokusunda oluşan yangının bunamaya yol açabildiğini, beyinde depresyonla birlikte artan bazı proteinlerin de bunama riskini artırabildiğini kaydetti.

Bilimadamları, iki hastalık arasındaki kesin bir bağlantı kurmak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğunun da altını çizdi.

Araştırma, American Journal of Neurology dergisinde yayınlandı.


Yaz Olunca Midenize Ne Oluyor?

Memorial Antalya Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Serdar Akça, beslenme ve yaşam tarzı ile ilgili alışkanlıkların mevsimlere göre değişmesine dikkat çekerek yaz aylarında mide sorunlarının yaşanmaması ve sağlıklı kalmak için önerilerde bulundu.

Yaz aylarında kronik mide rahatsızlıklarının ve mide şikayetlerinin sıklığında bir artış olmamaktadır. Aksine, mide ve on iki parmak bağırsağı ülserlerinin sıklığında azalma görülmektedir.

Ancak yazın gelişi ile birlikte beslenme ve uyku düzenindeki değişiklikler, eğlence yaşamı nedeniyle artan alkol kullanımı, bazı mide sorunlarına neden olmaktadır.

Yaz sıcaklarında; bebekler, yaşlılar ve kronik hastalığı olan kişilerin susuz kalmaması ve sıcaktan korunması gerekir. Aşırı sıcaklarda bedensel aktivite ile çalışmak zorunda kalanların sıvı ve elektrolitler yönünden sebze, meyve ağırlıklı beslenmeleri ve susuz kalmamaları çok önemlidir.

Yaz döneminde ortaya çıkan mide rahatsızlıkları, alışkanlıkların mevsime göre değişmesinden kaynaklanmaktadır.

• Tatil öncesi yaza daha formda ve kilo vermiş olarak girme kaygısı ile yapılan dengesiz diyetler sonucu; hazımsızlık, ülser, gastrit ve reflü gibi hastalıklar ortaya çıkmaktadır.

• Yazın geç saatlere kadar ayakta kalma ve uyku saatlerinin değişmesi, gece geç saatlerde yeme yemek alışkanlıklarını da beraberinde getirmektedir. Uyumadan çok kısa bir süre önce yenen yemekler; hazımsızlık ve reflüye neden olmaktadır.

•Artan hava sıcakları nedeniyle sıvı alım ihtiyacının artması ile vücudu serinlettiği düşünülen gazlı ve buzlu içeceklerin kontrolsüz olarak tüketimi; hazımsızlık, gastrit, reflü gibi şikayetlre yol açmaktadır.

•Alkol alma alışkanlıkları da yaz tatili ile birlikte değişmektedir. Tatilde alkol tüketiminin artması; reflü, ülser, gastrit gibi hastalıklara zemin hazırlamaktadır.

•Yaz sıcakları nedeniyle uygun koşullarda saklanmayan besinlerin daha kolay bozulması ve bunlara bağlı gıda zehirlenmeleri ile ishal ve hazımsızlık gibi sorunlar daha sık görülmektedir.

Yaz aylarına özgü ortaya çıkan mide rahatsızlıklarına karşı mide koruyucu önlemler alınması gerekir. Ancak bu önlemler sadece mevsimsel değil, kişilerin mide sağlığı için ömür boyu uyması gereken genel kurallardır.

Yaz sıcaklarında mide sağlığınızı korumak için neler yapmalısınız?

•Bilinçsiz ve dengesiz beslenerek diyet yapmayın, tek yönlü beslenmeyin, yaz aylarında beslenmenizde sebze ve meyve ağırlığını artırabilirsiniz, susuz kalmayın. Diyetisyeninizin önerilerine uyun.

• Az az, sık sık ve iyi çiğneyerek yemek yiyin. Yemek yediğiniz zaman midenizi tam olarak doldurmayın. Sofradan tam olarak doymadan kalkın. ‘Doydum, daha fazla yiyemeyeceğim’ diyorsanız, midenize fazla yük yüklemişsiniz demektir. Yatmadan önce yemek yemeyin.

•Sigara içmeyin, tatilde alkol miktarını artırmayın ve minimum düzeyde tüketin.

• Aşırı soğuk, aşırı sıcak, aşırı baharatlı, aşırı yağlı, aşırı salçalı yiyecek ve içeceklerden uzak durun.

• Genel temizlik ve hijyen kurallarına uyun.

• Kronik rahatsızlıklarınız varsa özel diyetinizi ihmal etmeyin ve ilaçlarınızı düzenli olarak alın.

• Stres ile başa çıkma yollarını deneyin, düzenli bedensel aktivite yapın, gerektiği kadar dinlenin.


Anne Adayının Yaptırması Gereken Testler

Gebelik boyunca yapılan testler hem anne adayının hem bebeğin sağlığı açısından büyük önem taşıyor. Bu nedenle her hamilenin rutin gebelik testlerini yaptırmasında yarar var. AHEF (Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu) Başkanı Dr. Hamza Gemici gebelik süresi boyunca anne adaylarının yaptırması gereken testleri anlattı.

Gebelik takibinde uygulanan testler; gebelik öncesi ve gebelik dönemindeki testler olarak iki grupta toplanabilir.

Gebe Kalmadan Önce Yapılması İstenen Testler Nelerdir? (Gebelik öncesi testler)

Annenin ve babanın kan grupları bilinmelidir. (Anne Rh-, Baba Rh+ ise Rh uygunsuzluğu
Enfeksiyon tarama testleri.
TORCHS ( TOxoplasma, Rubella, Cytomegalovirus, Herpes, Sifilis)
Bu enfeksiyonlar gebelik sırasında geçirilirse bebekte anomaliler meydana getirebilir.

Gebelik Döneminde Yapılması İstenen Testler Nelerdir?

1- Tansiyon gebenin her takibinde ölçülmeli. Elde ve ayakta ödem varlığı muayene edilmelidir.

2- Kilo takibi (Sabah evde aç karnına)

3- Karın büyümesinin değerlendirilmesi

4- Gebelik tespiti testleri:
İdrarda ve kanda HCG hormonunun tespiti ile yapılır. Kanda; adet gecikmesini beklemeye gerek kalmadan sonuç alınır.İdrarda; gecikmeden 3 ile 10 gün arasında sonuç alınır.

5- Kan ve İdrar tetkikleri:
Kan tetkiki ile kansızlık ve kanla ilgili diğer konular, idrar tetkiki ile idrar yolları iltihabı ve diğer konular tespit edilir.

6- Ultrason ile gebelik takibi:
Gebelik haftasının ve son adet tarihini (SAT) hatırlamayan annelerde erken ultrason ölçümü ile SAT belirlenebilir. Anne karnındaki çocukta anomali tespiti, toplumda zeka geriliğiyle bilinen Down Sendromu’nun tespitine yardımcı olarak kullanılabilir. Özellikle beyin ve omur gelişim bozuklukları, çocuğun gelişim bozuklukları (Ölçümlerle gebelik haftasının uyumu) tespit edilebilir.

7- Kan uyuşmazlığı testi

8- İkili Test:
11. ve 14. haftalar arasında yapılır. Ultrasonla bebeğin ense pilisi kalınlığı belirlenir. Kanda da iki ayrı madde ölçümü ile Down Sendromu riski belirlenir.

9- Gebelik Şekeri Taraması:
24. ile 28. haftalar arasında şeker yükleme testi (50 - 100gr olarak → OGTT)

10- Karaciğer, böbrek, tiroit fonksiyonlarını gösteren testler kan alınarak yapılır. Böylece düzenli çalışıp çalışmadıkları kontrol edilir.

11- Doppler Ultrasonografi:
20. ile 24. haftalar arasında yapılır.

12- Üçlü Test:
16. ile 18. haftalar arasında yapılır. Kanda 3 hormon test edilir. Down Sendromu, Nöral Tüp Defekti gibi anomalilerin tespitini sağlar.

TESTLERİN SAĞLADIĞI YARARLAR NELERDİR?
Anne - baba adayları bu testlerden elde edilen sonuçların yardımıyla gebelikte karşılaşabilecek sorunlardan haberdar olabilirler ve erken önlem alabilirler. Her şey yolunda ise sağlıklı bir gebelik süreci geçireceklerini ya da geçirmekte olduklarını bilmelerinin rahatlığıyla doğumu beklerler.

Kan grupları tahlili → Rh uyuşmazlığı (Kan uyuşmazlığı)
İdrar tahlili → İdrar yolu iltihabı, böbrek taşı-kum tespiti, şeker tespitiyle şeker hastalığı tayini. Protein tespiti ile Preeklampsi (Gebelikte yüksek tansiyonla, idrarda protein olması. Vücutta özellikle ellerde ve yüzde şişme [ödem] ile belirti veren önemli bir hastalık) tespit edilir.
Enfeksiyon Tarama Testleri → Bebekte anomali yapabilecek hastalıkların gebelikten önce geçirilip geçirilmediği
Ultrason ile → Dış gebelik, çocuğun gelişimi, eşin durumu, düşük tehdidi
Şeker Yükleme Testi → Gebelikte şeker hastalığı var mı? Ona göre alınabilecek önlemler

GEBELİK TAKİBİ NASIL YAPILIR?
Bir gebenin, gebelik boyunca en az 4 kez izlem yapılması gereklidir. Doğru olan gebenin ayda 1 kez izlem yapılmasıdır.

Tetanoz aşısı 16. haftadan itibaren 2 doz halinde birer ay arayla yapılması gereklidir. Tetanoz aşısına gebelikten sonra da devam edilmektedir.
Bir gebe Aile Sağlığı Merkezi’ne her gelişinde kilo, tansiyon, nabız, ateş, ödem, TİT, anemi, varis, USG takip ve tetkikleri yapılır. Gebenin varsa gebelikle ilgili şikayetleri dinlenir.
12. haftadan sonra Dopplerle ÇKS dinlenimi ve karın büyümesi takip edilir. Yine 12. haftadan sonra hemogram sonucuna göre kan ilacı kullanılması istenir. Aile Sağlığı Merkezleri ücretsiz olarak gebelere Santafer Fort tablet dağıtımı yapar.


Vejetaryen Diyet Depresyona İyi Geliyor

İnsan yaşamını olumsuz etkileyen depresyona karşı çözüm yolları arayan bilim insanları, sebze ağırlı beslenmenin ruh sağlığına da iyi geldiğini ortaya koydu.

İtalyan La Stampa gazetesinde çıkan habere göre, Tokyo'daki Ulusal Sağlık Merkezi'nce yapılan bir araştırma, sebzeler açısından zengin bir diyetin depresyona karşı koruyucu olduğunu gösterdi.

Araştırma sonuçları, meyve, sebze, mantar ve soya ürünleri açısından zengin bir diyet izlemenin, depresyon belirtilerinin azalmasında da etkili olduğunu ortaya koydu.

Yaklaşık 500 kişiden beslenme alışkanlıkları ve depresyon belirtileri ile ilgili bir form doldurmalarını isteyen bilim adamları, yaptıkları analiz sonunda beslenme modellerini, zengin bir kahvaltıya dayalı klasik Batı diyeti, hayvansal yağlara dayalı diyet ve sebzelerin ön planda olduğu diyet olmak üzere 3'e ayırdı.

Bu beslenme modellerini depresyon belirtileriyle karşılaştıran bilim adamları, sebzelere dayalı bir beslenme modeli izleyen katılımcılarda hastalık semptomlarının yanlış bir diyet izleyenlere göre yüzde 44 daha az olduğunu gözlemledi.

Araştırmanın amacının diğer beslenme modelleri ile depresyon arasında bir ilişki kurmak olmadığını, böyle bir eşleştirme yapmanın yanlış olacağını da belirten bilim adamları, havuç, kabak, mantar gibi sebzeler, soya peyniri, yosun, meyve ve yeşil çayı kapsayan Japon mutfağının depresyon oluşmasını engelleme olasılığı olduğunu gösterdiğini söyledi.


Kanser Karşısında Erkekler Daha Vefasız

Erkeklerin kansere yakalanması halinde boşanma oranı yüzde 3 iken, kadının hastalanması durumunda oran 7 kat artarak yüzde 21'e çıkıyor.

Çağın hastalığı olarak isimlendirilen kanser, insan yaşamı gibi evlilikleri de ciddi risk altına sokuyor.

İtalyan Corriere della Sera gazetesinde çıkan habere göre, Amerikalı bilim adamları, 2001-2006 yılları arasındaki 5 yıllık zaman diliminde gözetim altında tutulan 515 beyin tümörlü hastanın boşanma oranlarını inceledi.

Çiftlerden birinin kansere yakalanması durumunda boşanma ya da ayrılıkla sonuçlanan evlilik oranının yaklaşık yüzde 12 olduğunu kaydeden bilim adamları, özellikle kadınların hastalanmasının evliliğin geleceği açısından çok daha ciddi bir risk unsuru olduğunu gözlemledi.

Evli çiftlerde erkeklerin kansere yakalanması halinde boşanma oranının sadece yüzde 3 olduğunu belirleyen araştırmacılar, kadının hastalanması durumunda ise bu oranın 7 kat artarak yüzde 21'e yükseldiğini tespit etti.

Genç çiftlerin bu zorlu durumun üstesinden gelirken birlikteliklerini koruyabilme oranının, uzun zamandır evli olan, daha olgun çiftlere nazaran çok daha az olduğunu vurgulayan bilim adamları, ayrılığın hastayı ve tedavi sürecini olumsuz etkilediğine dikkati çekti.

Uzmanlar, bu tür bir durumla karşı karşıya kalan çiftlere psikolojik destek almalarını ve birbirleriyle korkuları, beklentileri ve gereksinimleri konularında konuşmalarını önerdi.


Şeker Stresi Azaltıyor

Uzmanlar, bir iş görüşmesine giderken ya da zorlu bir toplantı öncesi şekerli bir içecek içmenin stresi ortadan kaldıracağını belirtti.

İngiltere’deki New South Wales ve Queensland üniversitelerinde yapılan çalışmalarda şekerli içeceklerin stresi azalttığı tespit edildi.

Psikologlar, şekerli içeceklerin beyne enerji sağlayarak stres altındayken agresif davranışları önlediğini belirledi.

Uzmanlar, bir iş görüşmesine giderken ya da zorlu bir toplantı öncesi şekerli bir içecek içmenin stresi ortadan kaldıracağını belirtti.

Avustralyalı psikologlar, yaptıkları testlerle, şekerli içeceklerin sakinleştirici etkisi olduğunu kanıtlamıştı.


Bilgisayarlar, Çocuklar İçin Büyük Tehlike

Uzmanlara göre sokakta koşup oynayan çocuklar, bilgisayar başındaki yaşıtlarına göre daha uzun boylu ve sağlıklı oluyor. Bilgisayar ve televizyonun özellikle çalışan anne babaların çocukları için ciddi bir tehdit oluşturduğunu belirten uzmanlar, aileleri çocuklarının zamanlarını dışarıda geçirmesi yönünde uyarıyor.

Yaz tatilinde zamanını dışarıda koşup oynayarak geçiren çocukların, bilgisayar başında oturan yaşıtlarına kıyasla daha güçlü kemiklere sahip, daha uzun ve daha sağlıklı oldukları belirlendi.
Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Burcu Sönmez, aileleri çocuklarının yaz aylarında özgürce koşup oynamaları konusunda uyarıyor.

Dr. Sönmez, "Çocukların bilgisayar karşısında kiloları artar. Oysa zıplayıp koşarak oyun oynarlarsa kemik yapımları güçlenir. İskeletin yapıtaşı kemiklerdir. Kemiklerin de yaşayan diğer dokular gibi, yapım- yıkım döngüleri vardır: kemik bir yandan üretilirken, bir yandan da yıkılır. Çocukluk döneminde büyüme devam ettiğinden kemik yapımı, yıkım hızından fazladır.

Bu süreçte, kemiğin uyarılması sağlandığında büyüme destekleneceği gibi, kemiğin hiç uyarılmaması durumunda da büyüme daha yavaş seyreder" dedi.

Dr. Sönmez, yaz mevsiminde çocukların güneşten mümkün olduğunca yararlanmaları tavsiyesinde bulunarak, şunları söyledi:

"Güneş, tene değdiğinde D vitaminini aktive eder. D vitamini de böbrek ve bağırsaklardan kalsiyum emilini uyarır. Uyku sırasında salınan büyüme hormonu da devreye girince çocuklarımızda beklediğimiz "büyüme" en güzel şekli ile meydana gelir. Çocuklarımıza "Yemek, güneş, uyku" sloganı bu bilgilerle anlatılmalı, hatırlatılmalı ve bu sloganla birlikte onların bol bol oyun oynamaları ve hareket etmeleri teşvik edilmelidir. Tabii bu arada öğlen güneşinden sakınılması ve mutlaka uygun koruyucu kremler kullanılması gerektiği de unutulmamalı."


Çocuk Egzamasında Astım Riski

Uzmanlar, çevresel faktörlerin de etkisiyle son yıllarda artış gösteren atopik dermatitli çocuklarda, özellikle inek sütü, buğday, yumurta ve soyaya karşı yüzde 75-90 oranında reaksiyon gelişebildiği; büyük çocuklarda da yer fıstığı, fındık, ceviz, balık ve kabuklu deniz hayvanlarına karşı duyarlılık görülebildiği uyarısında bulundu.

Sağlık Bakanlığı Dr. Sami Ulus Kadın Doğum Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Alerji Klinik Şefi Doç. Dr. İlknur Bostancı, atopik dermatitin çocukluk çağının en sık görülen kronik, kaşıntılı alerjik deri hastalığı olduğunu söyledi.

Atopik dermatitin, hayatın ilerleyen evrelerinde gelişecek diğer alerjik hastalıkların ilk belirtisi olabileceğine dikkati çeken Bostancı, ''Çocuklukta görülen atopik dermatit bulguları deri ile sınırlı kalmayıp, astım ve alerjik rinit (bahar alerjisi) diğer alerjik hastalıklar için yatkınlık yaratmaktadır. Deri bulguları geçse dahi hastalık iyi tedavi edilmediğinde çocukta ilerleyen dönemde diğer alerjik hastalıkların görülme riski yüksektir. Hastaların yüzde 50'den fazlasında astım, yaklaşık yüzde 75'inde alerjik rinit gelişebilmektedir'' diye konuştu.

Bostancı, atopik dermatitin görülme sıklığının son 30 yılda sanayileşmiş ülkelerde yaklaşık üç kat arttığını belirten Bostancı, atopik dermatitin, çocukluk döneminde yüzde 10-20, erişkin dönemde yüzde 1-3 oranında görüldüğünü, tüm vakaların yüzde 85'inde hastalığın 5 yaşından önce başladığını bildirdi.

Bostancı'nın verdiği bilgiye göre, hastalığın bulguları genellikle 6 ay ila 2 yaş arasında çıkıyor. Özellikle yüzde başlayıp, eklem yerlerinde, kulak arkasında ve gövdede de beliren kaşıntılı, kuru, kırmızı lezyonlar şeklinde görülüyor. Sıklıkla beyaz tenlilerin ciltleri son derece hassas oluyor.

Hastalığa ilişkin tedavi, bulguların görüldüğü deri üzerinde yapılıyor.

Genel önlem olarak hastalara pamuklu, bedeni sıkmayan ve rahat giysileri tercih etmeleri, aşırı sıcak ve nemden kaçınmaları, terlemenin azaltılması tavsiye ediliyor. Banyoda sabun yerine yağsız temizleyiciler kullanılması, elbiseler ve yatak çarşaflarının sabun tozu ile yıkanması, iyi durulanması, yumuşatıcı kullanılmaması öneriliyor.


DNA Yapısı Kanserde Etkili

DNA'sında "telomer" adı verilen bileşen kısa olan kişilerde kansere yakalanma riskinin daha fazla olabileceği belirlendi.

Amerikan Tıp Derneği'nin dergisinde yayımlanan, Avusturya'daki Innsbruck Üniversitesi'nden Peter Willeit ve ekibinin yaptığı araştırma, kromozomların uç kısmında bulunan telomerlerin kısa olmasının kanser riskiyle bağlantılı olabileceğini gösterdi.

Bilim insanlarının 10 yıl süren araştırmasına 787 kişi katıldı. Akyuvarlardaki telomerlerin uzunluğunu ölçen bilim adamları, araştırma devam ederken katılımcılardan 92'sinin (yüzde 11,7) kansere yakalandığını, bu hastalardan 44'ünün öldüğünü gördü.

Hastalardan telomerleri uzun olanlarda kansere yakalanma sıklığının az, kısa olanlarda fazla olduğu belirlendi. Ayrıca, kısa telomerlere sahip olanların kanserden ölme riskinin de uzun telomerlere sahip olanlardan 11 kat fazla olduğu görüldü. Araştırmacılar, telomerlerin kısalığının kromozomlardaki değişkenliğe bağlı olabileceğini, bu durumun da kanser riskini artırabileceğini belirtti.

Konuya ilişkin makale Fransız "Le Point" dergisinde de yayımlandı.

Danimarkalı bilim adamları daha önce telomerlerin uzunluğu veya kısalığına göre insanların ömrünün değiştiğini öne sürmüştü. Kromozomların uç kısmında bulunan telomer bölgeleri, her hücre bölünmesinde biraz daha kısalıyor ve belirli bir sayıda bölünme sonunda telomer uzunluğu kritik bir noktaya ulaşarak, hücrenin ''artık bölünmemesi gerektiği'' anlamında bir sinyal oluşturuyor.

Telomerlerin her yıl ortalama 21 nükleotid kısaldığı tahmin ediliyor.


3K İle Hem Tok Kalın, Hem Kilo Verin

Yaz mevsimi geldi ve hala forma giremediniz... İşte 3K formülü. Uzmanlar kiraz, kayısı ve karpuz...

3K ile hem tok kalıp, hem kilo verebilirsiniz.

Beslenme Uzmanı Sinem Paker, "Kiraz bağırsak hareketlerini arttırır vücuttan ödem attırıcı ve kanı sulandırıcı özelliği vardır. Karpuz ise hacimce yüksek ama kalori bakımından düşük bir meyve olduğu için tokluk hissi vermesinden dolayı tavsiye ettiğimiz bir meyvedir. Kuru kayısı ve taze kayısı ile bağırsak hareketleri arttırabilir." dedi.

Kiraz, karpuz ve kayısı, öğün yerine tüketildiğinde kilo vermeyi hızlandırıyor.

Sinem Paker, "Öğlen ve akşam yemeklerinde karpuz peynir ve ekmek tüketip, ara öğünlerde kiraz ve kayısı tükettiğimiz zaman kilo verme hızımızda biraz daha artış gözlenebilir." diye konuştu.

Ancak, uzmanlar, bu tür meyve diyetlerini iki haftadan fazla yapmayın uyarısında bulunuyor.


KURU CİLT İÇİN TEMİZLEYİCİ-YASEMİN AMATO

Cilt bakımında ilk adım, günlük temizliktir. Her sabah ve akşam olmak üzere, günde iki defa cildinizi özenle temizlemeli ve tonikle silmelisiniz.

Birçok insan makyaj yapmayı ihmal etmez ama cildin temizliğine önem vermez.

Oysa makyaj yapılsa da yapılmasa da, yüz cildinin düzenli olarak günlük kir birikimlerinden arındırılması gerekir. Yüzünüzü temizlemezseniz, ne de herhangi bir anti aging tedavisine cevap verebilir.

Yüz temizliğine önce alından başlanmalı sonra sırasıyla; yanak, çene burun ve boyunla devam etmelidir. Alın, burun çevresi ve çene altı daha fazla toz kir tutar. Bu nedenle daha dikkatli temizlenmesi önemlidir.

Göz çevresindeki deri çok hassastır. Bu nedenle daima özel bir temizleyici tercih edilmeli ve göz çevresine çok nazik davranılmalıdır.

KURU CİLT İÇİN BALLI TEMİZLEYİCİ

MALZEMELER :

1 yemek kaşığı kadar bal

2 yenek kaşığı gliserin

1 çay kaşığı sıvı sabun

YAPIM VE UYĞULAMA :

Tüm maddeleri karıştırarak temiz bir şişeye koyun. Cildinize masaj yaparak sürün ve ılık suyla yıkayın. Bal cildi hem temizler hem de yumuşatır.

Bu temizleyici özellikle kuru ciltlerde çok etkilidir. Bu temizleyiciyi günde iki kere (sabah-akşam) kullanabilirsiniz.

Kozmetik Dermatolog Dr. Yasemin Fatih Amato


HER TÜRLÜ CİLT İÇİN TEMİZLEYİCİ-YASEMİN AMATO

Malzemeler :

2 tatlı kaşığı kuru lavanta

2 tatlı kaşığı kuru gül yaprağı

4 tatlı kaşığı yulaf

4 tatlı kaşığı kaolin (kil)

Yapım ve Uygulama:

Sabun içermeyen bu temizleyici her türlü ciltte mükemmel sonuç verir.

Kahve çekme makinesinde yulafı lavanta ve gül yapraklarını un haline gelene kadar çekin. Hazırladığınız bu karışıma kili karıştırın ve hava almayan bir kavanoza koyun.

Kullanacağınız zaman 1 çay kaşığı kadar tozu biraz su ile avucunuzda ıslatın, yumuşak hamur kıvamına getirin. Cildinize masaj yaparak yayın ve daha sonra soğuk su ile yıkayın. Bu temizleyiciyi günde iki kere (sabah-akşam) kullanabilirsiniz.


HASSAS CİLT İÇİN PAPATYADAN TEMİZLEYİCİ-YASEMİN AMATO

Malzemeler :

1 yemek kaşığı salatalık suyu

2 yemek kaşığı taze papatya çiçeği

(ya da 1 yemek kaşığı kuru papatya)

1 bardak saf su

1 yemek kaşığı gliserin

1 yemek kaşığı aloe vera jeli

Yapım ve Uygulama:

Bu mevsimde taze papatya bulabilirsiniz ama toplamaya zamanınız yoksa papatya çayı poşetlerini de kullanabilirsiniz. Özellikle hassas ciltlerde çok etkilidir. Tüm maddeleri karıştırarak temiz bir kaba koyun. Cildinize masaj yaparak sürün ve ılık suyla yıkayın. Bu sabun içermeyen hafif bir temizleyicidir... Salatalık suyu, papatya ve aloe vera jeli cildi yatıştırıcı özelliklere sahiptir. Bu temizleyiciyi günde iki kere (sabah-akşam) kullanabilirsiniz.


TONİKLER-YASEMİN AMATO

Tonik temizliği tamamlar ve gözenekleri sıkılaştırır. Cildin günlük bakımında, temizlikten sonraki ikinci adım, kalan son artıkları arındıran ve gözenekleri sıkıştırmaya yarayan tonik uygulamasıdır. Tonik, özel bir solüsyondur. Genellikle su ve alkol ile hazırlanır. Bazı toniklerde salisilik asit, portakal çiçeği kolonyası, gül suyu veya daha farklı maddeler kullanılır.

Tonik seçerken alkolsüz olanları tercih edin.

Sade gül suyu ve maden sodası en iyi toniktir.

YAĞLI CİLDE SİRKE TONİĞİ

1 kaşık elma sirkesi ile 8 kaşık maden suyunu karıştırıp, yağlı cilt için güzel bir tonik elde edebilirsiniz. Cildinizi temizledikten sonra, tonikle ıslatılmış bir pamuk yardımıyla silerek, sabah ve akşam cildinizi canlandırıp sıkılaştırın.


DOĞAL MADEN SODASI


İçindeki zengin mineraller sayesinde tüm ciltler için yararlı ve besleyici bir toniktir. Cildinizi temizledikten sonra, Doğal maden sodası ile ıslatılmış bir pamuk yardımıyla sabah ve akşam cildinizi canlandırıp sıkılaştırın.

SALATALIK – BAL TONİĞİ

Soyulmuş ve doğranmış 1 orta boy salatalığı mikserde püre haline getirin. Püreyi bir kevgire boşaltın ve kevgirin altına cam bir kap yerleştirin 20 dakika kadar süzülmeye bırakın. Salatalığın suyu iyice süzüldüğünde minik bir kavanoz içine 2 kaşık bal ilave edin. Tahta bir kaşıkla salatalık suyu ve balın iyice karışmasını sağlayın.

Kullanacağınız zaman şişeyi iyice çalkalayın. Makyaj pamuğunuzu bu tonikle ıslatın, sabah – akşam yüz ve göğüs bölgesini silin. 3-4 dakika kurumasını bekleyin. Toniğinizi kapaklı bir kapta en fazla 1 hafta kadar saklayıp kullanabilirsiniz.


Kafein yağ yakıyor-YASEMİN AMATO

Son zamanlarda kahve ile ilgili çelişkili bilgiler alıyoruz. Kahve dost mu, düşman mı emin olamıyoruz. Kafeinle duygusal bir ilişkimiz olduğu ise muhakkak. Kafein hiç tartışmasız, bir ilaçtır. Sıcacık kahve fincanında, mis kokulu çayları yudumlarken hatta birçok meşrubatın içinde ve az da olsa çikolatadan aldığımız, reçetesiz satılan güçlü bir ilaçtır. Kafein aldıktan birkaç dakika sonra vücudumuzdaki etkileri kendini gösterir. 4-6 saat kadar bizimle yaşamaya, hayatımızı etkilemeye devam eder.

* Kafein bizi yatıştıran, sakinleştiren 'adenosin' adlı bir hormonu etkisiz bırakır. Kahve ile canlanmamız ve aynı zamanda uykumuzun kaçmasının nedeni budur.

* Öte yandan bize adeta adrenalin yani cesaret ve heyecan pompalar. Geçici bir canlanmaya yol açar ama ne yazık ki, ardından bitkin düşmemize neden olur.

STRES HORMONU

* Kafeinin bir başka etkisi de stres hormonu olarak tanıdığımız kortizol seviyelerini artırmasıdır.

* Kafein vücudumuzdaki dopamin adı verilen bir başka hormonunu da yükseltir. Kendimizi önce iyi hisseder, sonra inişe geçeriz. Kahve tiryakiliğininin altında biraz da dopamin tiryakiliği yatar.

* Kafein idrar söktürücüdür. Bu da genellikle vücudun su kaybetmesine neden olur. Kahvenin yanında bir bardak su getirilmesi oldukça anlamlıdır. Ama nescafe, meşrubat ya da çikolata yanında su içmek aklımıza gelmez.

SPORDAN ÖNCE YARARLI
Kafeinin olumlu tarafı metabolizmayı hızlandırması, egzersizden önce alınırsa yağ yakımını artırmasıdır. Az miktarda kahve, açlık hissini azaltarak kan şekerini dengede tutmaya da yardımcı olur. Yani kafein dostumuz da olabilir, düşmanımız da. Bütün mesele ne kadar ve ne zaman aldığımız.

* Günde 2 fincandan daha fazla kahve içmeyin. Kola içtiyseniz ya da çikolata yemek istiyorsanız bunların ilave kafein dozu olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

* Öğleden sonra saat 16'dan itibaren kafeinden uzak durun. Bu maddenin vücutta 6 saat kadar etkili olduğunu aklınızda tutun, uykunuzu riske atmayın.

* Spor yapmadan önce bir fincan kahvenin tadını çıkarabilirsiniz.


Yeşil çay diyete yardımcıdır-YASEMİN AMATO

Yeşil çayın, hoş bir içecek olmasının ötesinde, sağlığımıza hatırı sayılır katkıları var.

Çin'de ve Japonya'da binlerce yıldır şifa olarak kullanılan yeşil çayın sırrı; içinde bulunan 'EGCG' adlı müthiş güçlü bir antioksidan. Öyle ki EGCG; C vitamininden ve E vitamininden bile daha etkili! Yeşil çayın önde gelen yararlarına örnek vermek gerekirse...

Kanseri önler, güneş hasarlarını azaltır, cildi güçlendirir, kolesterol ve tansiyonun dengelenmesine yardımcı olur, alerjileri önler, grip ve soğuk algınlığına karşı direncimizi arttırır, yaşlanma sürecini yavaşlatır ve içinde bulunan florid diş etlerini korur...

İÇİNDE KAFEİN VAR

Normal kahvenin sekizde biri kadar kafein içeren yeşil çay, bu anlamda bir zarar içermiyor. Çünkü ölçülü kafein yarar bile getiriyor... Son yıllarda yeşil çayla ilgili olarak en çok gündeme gelen konu ise, kilo vermeye yardımcı olup olmadığı... Bu konuda birçok araştırma yapıldı, sayısız makale yayınlandı... Varılan sonuçlar, yeşil çayın metabolizmayı hızlandırdığını ve yağların yakılmasına yardımcı olduğunu gösteriyor. Özellikle içine biraz zencefil ve zeytin yaprakları koyup demlerseniz, mucizeler yaratabileceğini söyleyebiliriz... Doğrusunu isterseniz yüzlerce çeşit yeşil çay var... Üstelik bunların çoğu henüz Batı ülkelerine uğramadı bile! Bitkinin yetiştiği yöreye, hasat mevsimine ve işlenişine göre çayın adı değişiyor. Yılda bir gün toplanan bu egzotik çay yapraklarının her biri farklı faydalar sağlıyor. En güzel yeşil çaylar, genç fidanların en üst iki sırasında henüz açılmamış aromatik yaprak filizlerinden elde edilir. Bazen çay kurutulurken içine çiçekler karıştırılır. Kilo vermede en etkili olan çayın ise 'Wulong Tea' olduğu söyleniyor.

NASIL YAPILIR?
Daha önce yeşil çayı denemiş ama hoşlanmamış olabilirsiniz. Ancak ben derim ki, kendinize bir şans daha tanıyın! Gelin bu defa çayı birlikte hazırlayalım... Porselen bir demlik içine kuru haldeki yeşil çayınızı koyun. Ortalama ölçü, her fincan için bir tatlı kaşığıdır. Su kaynama noktasına yaklaşırken altını kapatın. Veya kaynadı ise, çayın üzerine dökmeden önce beş dakika kadar dinlendirin. Sıcak suyu ilave ettikten sonra demliğinizi örtüp servis tepsisine koyabilirsiniz. Yeşil çayın sıcak suda 1-2 dakika demlenmesi yeterlidir. Ancak unutmayın, 1-2 dakika sonra yaprakları çaydan çıkarmanız gerekir. Ayrıca yeşil çayı başka çiçekler ve otlarla birlikte de demleyebilirsiniz. Örneğin zencefil, nane, limon yaprakları ve yasemin yeşil çaya yakışacak otlardır... Üstelik bu katkılar, çayınıza zarar vermeyeceği gibi, yararlarını da artıracaktır.


DOMATESLE SİHİRLİ MASKE-YASEMİN AMATO

Domates bir sağlık ve güzellik hazinesidir. Vücut direncini arttıran, cildi güzelleştiren, yaşlanmayı önleyen en önemli gıdalar arasında yer alır. Domateste bulunan likopen maddesi, bilinen en etkili antioksidandır. Birçok besinin aksine, domates piştikçe değeri artar ve özellikle zeytinyağıyla birlikte tüketildiği zaman vücut tarafından daha kolay sindirilir. Domates cildimiz için de çok yararlıdır. Cilt hücreleri arasındaki bağları kuvvetlendirir ve güneş hasarlarını önler. Halk içinde arı sokmasında, vücuda batan diken ve camların çıkarılmasında, nasır ve siğilin temizlenmesinde, sarılık hastalığında, ateş ve güneş yanıklarında yaygın olarak kullanılır. Domates vücudumuzdaki nemin korunmasına yardımcı olur. Kışın veya yazın günde 1 domates veya 1 kaşık salça tüketmek 8 bardak su içmek kadar yararlıdır.

SİVİLCELERİ GEÇİRİR
Cildiniz yağlı ise domates maskesi tam sizin içindir! Özellikle komedonlar (siyah noktalar) ve akneleri etkin bir şekilde iyileştirir. Çünkü domates yağ salgısını dengeler ve hafif bir peeling sağlar. Yüzünüzde bir sivilce mi başlıyor? Hemen üzerine biraz domates salçası sürün. Ağrısı geçer ve hızla iyileşir. Domates maskelerini ne şekilde uyguladığınız çok da önemli değildir. Domatesi ortadan kesip yüzünüze sürebileceğiniz gibi, rendeleyebilir yahut 1 kaşık dolusu domates püresi veya salça kullanabilirsiniz. Ardından 10-15 dakika kadar bekleyin ki, domatesin özü cildinize iyice nüfuz etsin.

PEELING ETKİSİ YARATIR
Sonra bir dilim domatesle hafifçe yüzünüzü ovun. Çünkü domates hafif bir peeling'e de yardımcı olur. Süre dolunca, yüzünüzü ılık su ile hafifçe yıkayın. Yüzünüzdeki belli belirsiz domates kalıntıları cildinizin PH'ını dengelemeye devam eder. Cildiniz kuruysa, domatesin içine biraz zeytinyağı karıştırın. Yine aynı şekilde 10-15 dakika bekleyin ve sonra yüzünüzü ılık suyla yıkayın.

MUCİZELER YARATIYOR!
Domates maskesi yaptığınızda cildinizde tatlı bir kıpırtı duyabilirsiniz. Ancak bu yanmaya dönüşürse hemen yıkayın. Çünkü bazı insanların domatese karşı alerjisi vardır. Domates maskesi antiaging bir mucize gibidir. Ben tüm hastalarıma 25 yaşından itibaren bu uygulamaya başlamalarını öneriyorum. Çok yakında her yerde domates kremleri veya peeling'leriyle karşılaşırsanız hiç şaşırmayın!


FAYDALI GÜZELLİK FORMÜLLERİ-YASEMİN AMATO

Üç değerli sır! Basit, etkili ve doğal

* Yağlı cilt makyajı tutmaz:
Yağlı cilde makyaj yapmak da, kalıcı olmasını sağlamak da zordur. Gelgelelim, zahmetsizce hazırlayabileceğiniz bir maske ile bu sorunu aşabilirsiniz. Önce yüzünüzü güzelce temizleyin, sonra aşağıdaki malzemeleri hazırlayın...

* 1 yemek kaşığı üzüm suyu
* 1 yemek kaşığı nane suyu (Aktarların çoğunda bulunur)
* 1 yemek kaşığı limon suyu
Bu üç ürünü karıştırıp yüzünüze sürün ve 20 dakika bekleyin. Bu arada gül suyunun içine birkaç parça buz koyun. Hafifçe erimeye başlayınca, yüzünüzü buzlu gül suyu ile yıkayın... Artık makyajınızı yapabilirsiniz! Ve çok daha kalıcı olacağına da emin olun. Tabii kullanacağınız kozmetikler yağsız, toz kıvamında olmalıdır...

AVOKADO BAKIMI

* Kuru ciltleri yenileyin:
Bu harika formül cildi besler, nemlendirir, yeniler ve canlandırır. Hazırlaması da gayet kolaydır:

* Akşamdan 6 tane bademi ıslatın. Ertesi gün onu havanda biraz dövün. Un gibi değil de, kum taneleri gibi olmasını sağlayın.
* 2 çay kaşığı yulaf ezmesi
* 4 çay kaşığı kaşığı çiğ krema
* Yarım muz veya avokadoyu iyice ezin.
Bu malzemeleri güzelce karıştırın. Yüzünüze sürün ve 20 dakika bekleyin. Sonra tülbent gibi yumuşak, pamuklu bir kumaşı sütle nemlendirip onunla yüzünüzü silin. Son olarak da soğuk suyla yıkayın...

SAÇLARA MAYONEZ

* Güneş saçlarımızı kuruttu: Yaz sonuna yaklaşırken saçlarımızın sıcağa dayanacak hali kalmadı. Kimisi dökülüyor, uçları kırık, kuru, cansız bizden yardım bekliyorlar. Aşağıdaki maske, her tür saça gayet iyi gelir. Derin nem sağlar, kuru ve hasar görmüş saçları onarır, ışıl ışıl parlatır... Mayonezin içindeki yumurta ve zeytinyağı saçlarınıza yararlıdır. Özellikle avokado ile karıştırınca harika bir nem maskesi elde edersiniz!
* 1 avokado
* Yarım çay bardağı sade mayonez.
Avokadoyu ezin, mayonez ile karıştırıp saç diplerinden ucuna kadar masaj yaparak uygulayın. Başınıza bir duş bonesi takıp yarım saat bekleyin. Sonra da ılık su ile güzelce çalkalayın...


Sabah kahvaltısı obeziteyi önler-YASEMİN AMATO

Biliyor musunuz, kilolarla başı dertte olanların çoğu sabah kahvaltısı yapmazlar. Kimisi öğün atlamayı kâr sayar, birçoğu da sabahları kendilerini aç hissetmez. Oysa sabah kahvaltısı, tüm sağlığımız ve kilo kontrolü açısından tahmin edemeyeceğiniz kadar önemlidir. Sabah kahvaltısını atlayanların, kilolu olmaya daha eğilimli olduğu biliniyor.

* Sabah kahvaltısı uzun vadeli sağlıklı beslenme ve kilo kontrolü hedefinin en önemli anahtarıdır.

* Sabah iştahsızlığı ise üzerinde durulması gereken bir sağlık sorunudur, çünkü birçok hastalığın ilk habercisi olabilir. Ergenler ve gençler için de durum farklı değildir. Gençlerin yüzde 58'i sabah uyandıklarında aç olmadıklarını söyler ve kahvaltı etmek istemezler. Sonra da abur cubur yemeye başlarlar. Bu arada yenilenler çoğunlukla dışarıda satılan hazır kek, pasta, çörek, börek, bisküvi gibi yararı olmayan, zararı ise bol yiyeceklerdir. Zaten sabah yemeyenlerin genellikle öğleden sonra iştahları açılır ve yatıncaya kadar atıştırmaya devam ederler. Özellikle işadamları en ağır yemekleri akşamları yerler ve sabah yataktan kalkınca kesinlikle iştahları olmaz. Ve devamlı surette kilo alırlar.

* Eğer siz de böyle bir eğilim içindeyseniz alışkanlığınızı değiştirin ve nasıl kilo vermeye başlayacağınızı görün. En azından kilo alımını durdurabilirsiniz. Kolay olmadığını biliyorum ama yapılabilir. Hafif şeylerle başlayın; yoğurt, meyve, meyve suyu, süt ve müsli veya bir sandviç ya da tost. Sonra yavaş yavaş sabah kahvaltısında yediklerinizi arttırın. Bu öğünü domates, bir kaşık bal, ceviz, birkaç fındık, badem ile zenginleştirin. Bütün bunların günlük kalori alımını arttıracağından korkmayın. Tam tersine, sabah yedikleriniz metabolizmayı harekete geçirir. Ve günün geri kalan bölümünde, özellikle akşamları aşırı yeme isteğini önler. Öğün atlamak, sanılanın aksine genelde kilo almamıza neden olur. Çünkü yeterince beslenemeyen metabolizma, durumu 'kıtlık' olarak algılar ve enerjiden 'tasarruf etmeye' karar verir. Organizma kendini savunmaya alır ve tüketilen her besini vücutta yağ şeklinde depolamaya başlar. Özellikle sabahları aç kaldığımızda karbonhidrat depolarımız boşalır, kan şekerimiz düşer, günün ilerleyen saatlerinde tatlı isteğimiz artar, iş verimimiz düşer ama yağlar yerli yerinde kalır! Dengeli beslenmek için yalnız yasaklar değil, en az onun kadar, mutlaka yenilmesi zorunlu olan gıdalar ve öğünler önem taşır. Metabolizmayı hızlandırmanın, yaşam kalitesini yükseltmenin ve yağları eritmenin başka bir çaresi yoktur


Cildinizi kıştan koruyun-YASEMİN AMATO

Kış mevsiminde cildimiz iki büyük sorunla karşı karşıya kalır. Bunların ilki soğuk, ikincisi ısıtılan ortamlardaki kuru havadır.

Bu nedenle cildimiz hızla nem kaybederek kurur. Bütün bunlardan en fazla yüzümüz, göz çevresi, dudaklarımız ve ellerimiz etkilenir.

Ne soğuk ne sıcak!

Kendinizi ve cildinizi elden geldiğince soğuktan koruyun. Bu havalarda sokağa çıkarken atkı, bere, eldiven ve özellikle gözlük takmayı ihmal etmeyin. Soğuktan olduğu kadar, aşırı kuru ve sıcak ortamlardan da korunun. Yaşadığınız odalarda buhar makinesi çalıştırın veya ısıtıcıların üzerine su kapları koyun. Ani ısı değişimleri hem vücut direncimizi düşürür hem de cildimizi mahveder. Örneğin sıcak bir ortamdan sonra hemen sokağa çıkmaktan sakının. Birkaç dakika binanın içinde bekleyin. Hele bir de rüzgar varsa daha iyi korunmak gerekir. Soğuk rüzgar yüzümüzde kılcal damar çatlamalarını artırır.

Nem kaybı

Kışın insan susamadığını zanneder. Oysa bu mevsimde suya ihtiyacımız kesinlikle daha az değildir. Günde 2.5 litre kadar su içmeye devam etmeliyiz. Taze meyve suları, ıhlamur, adaçayı, yeşil çay gibi bitkisel çaylar ise vücudumuzdaki ısı ve su dengesinin korunmasına yardımcı olur. Öte yandan cildimizi dışarıdan nemlendirmeye de özen göstermeliyiz. Yüzümüze biraz daha besleyici bir nemlendirici, dudaklarımıza koruyucu rujlar sürmeliyiz. Soğukta veya aşırı sıcakta nem kaybeden cildimiz bazen çatlar. Bu çatlaklar derinin koruyucu görevini zorlaştırır. Uçuklar kışın da yakamızı bırakmazlar ve cildimizin koruma kalkanına zarar verirler. Nezle olduğumuzda burun çevresindeki deri soyulur ve kılcal damarlarda çatlaklar oluşur. Bunları lazer veya koter ile yakmak gerekebilir. Kılcal damarları belirgin olanlara K vitaminli kremler iyi gelir. Karlı ortamlar iki yönlü çalışır. Bir yandan soğuğun tüm etkilerini taşırlar, bir yandan da kardan yansıyan güneşin sorunlarını getirirler. Kayak yapmaya gidip de güneş yanıkları ile dönenlerin sayısı az değildir. Böyle ortamlarda en iyi dostumuz güneşten koruyuculardır.

Kilo almayın!

Soğukların bir başka bedeli de yüksek kalorili gıdalara, özellikle tatlılara karşı isteğimizin artmasıdır. Böylece her yıl birkaç kilo üzerimize yapışıp kalabilir. Vücut direncinizi arttırmak ve formunuzu korumak için mevsim meyvelerini ve sebzelerini bol bol tüketin. Bir yandan da düzenli olarak C Vitamini alın. C vitamini hem cildimiz hem de soğuk algınlığından korunmak için en yararlı vitamindir. Kış mevsiminde tüm doğa dinlenir ve baharda yeniden doğmaya hazırlanır. Bize gelince, baharda çiçek açmak istiyorsak, şimdi cildimizi korumanın, beslemenin, gerekli tüm bakımlarla canlandırmanın zamanıdır.


Akıllı yürüyüşler-YASEMİN AMATO

Yürümek önemli, evet biliyoruz. Ama aklımıza birçok soru takılıyor. Ne kadar yürümeliyim, hızlı mı olmalı, yavaş mı olmalı, geri geri mi olmalı, koşar adım mı? Ya da kilo verebilmek için nasıl yürümem gerekir gibi...

Sağlık için yarım saat
Doğru YürüyüşUzmanlar, yetişkinlerin günde en az 30 dakika, çocukların ise 1 saat aktif olmaları gerektiğini belirliyor. Her gün olmasa bile haftanın 4-5 günü yapılması zorunlu. Bu seviyedeki bir aktivite, ortalama 150 kalori yakılmasını sağlar, bağışıklık sistemini güçlendirir, hastalık riskini azaltır. Tabii eğer extra şekerlemeler, tatlılar, börekler atıştırarak, attığınız toksinleri fazlasıyla yerine koymazsanız. Yine de ne olursa olsun, hareket kilodan bile önemlidir!

Tempo önemli
Kilo kaybı ve vücudun yeniden şekillendirilmesi ise ayrı bir konudur. Kilo vermek istiyorsanız, haftanın 4-5 günü birer saatlik yürüme programı yapmanız gerekir. Bu süre içinde sizi zorlamayan ortalama bir tempo ile yürümek, birikmiş yağları eritmenize yardım eder, metabolizmanızı hızlandırır ve daha fazla kas yapmanıza yardımcı olur. Aynı zamanda sizi her türlü kalp ve damar hastalığından da korur. Beslenme şeklinizi değiştirmeseniz bile, bu aktivite extradan 300 kalori harcamanızı sağlar ki, bu 6 ayda 4 kg verebileceğiniz anlamına gelir. Yediklerinize biraz dikkat edip daha sağlıklı beslenirseniz ve gerektiği kadar su içerseniz, bu hayal değildir. Yürüyüşe başlarken, her şeyden önce, kaslarınızı uykudan uyandırmalı ve biraz hareket ettirerek mahmurluğunu atmasını sağlamalısınız. 5-10 dakika kadar yavaş bir tempoda yürürseniz kaslarınızı uyarmış olursunuz. Anlarlar ki öyle uyuşuk uyuşuk oturamayacaklar, stoklarındaki şekerleri yakmaya başlamaları gerekecek ve o da yetmezse yedekteki yağ depolarını yardıma çağırmak zorunda kalacaklar.

İpuçlarına dikkat!
* İşte tam da bu nedenle, ister yürüyüş bandında, ister açık havada gerçek ortamda yürümeye başlarken, metabolizma ayarlamasını yapmanız önemlidir. Kaslarınız sizin çok kararlı olduğunuzu ve sizi taşımak için elinden geleni yapması gerektiğini anlamalıdır.

* Kaslarınızın ısındığını hissettiğinizde ritmi arttırın. Ancak kalp atış hızı sizi rahatsız etmeyecek bir canlılıkta olmalı. Nefesinizin farkında olun. Ancak yanınızda birisi ile konuşabilecek kadar da dışa dönük kalın.

* Bu nasıl bir tempodur? Şöyle diyebilirim; Bir randevuya ucu ucuna, oyalanmadan yetişmeye çalışıyorsunuz ama içiniz rahat...

* Böylece yarım saat kesintisiz yürürseniz, vücudunuzdaki yağ stoklarının rahatı bozulmuş olur, aynı zamanda kaslarınız gelişir ve bazal metabolizma hızını yeniden ayarlar. Kuşkunuz olmasın vücudunuz gün boyunca daha fazla enerji üretmeye devam eder.

* Eğer hızınızı aldıysanız, rahatsanız, kendinizi enerjik hissediyorsanız ve vaktiniz de varsa, bu yürüyüşü uzatmayı deneyin!


Selülitlere etkin çözüm: Radyo frekansı-YASEMİN AMATO

Mart geldi, yarısı geçti... Bazen kapıdan baktırıyor, bazen kazma kürek yaktırıyor ama yaz günlerinin yaklaştığını da haber veriyor. Aynalar gerçekçidir, size neler söylüyor?

Kilolar, selülitler biraz ilgi mi gerektiriyor? Çoğumuz için bu sorununSelülitler yanıtı 'Evet'tir. Bu süpriz değil tabii. Biliyoruz selülit çok inatçı bir sorundur. Hiç ihmale gelmez, çünkü sürekli bir oluşumdur.

Size birçok kez bunları yazdım, bugün tekrar etmeyeceğim, Bu defa daha iyi haberler vereceğim...

Radyo frekansı sellülit tedavileri ve bölgesel incelme amacıyla ülkemizde en az 1.5 yıldır daha yaygın olarak kullanılıyor. Kendi hastalarımı incelediğimde, onları hiç bu kadar iyi görmediğimi söylemeliyim. Geçen yıl selülitli bölgelere radyo frekansı uygulamaya başladığım kişilerde, seansları tamamladığımızda harika sonuçlar aldık. Onlar bu yazı çok daha mutlu karşılayacaklar... Biliyorsunuz selülit, özellikle kalça, basen ve baldır gibi yağ depolanmasının fazla olduğu bölgelerde oluşur ve birkaç evrede gelişir. Erken teşhisle tedavisi çok daha kolaydır ama ilerleyince işimiz zorlaşır. Ancak radyo frekansı ile en inatçı selülitlerde bile belli bir oranda düzelme sağlayabiliyoruz. Radyo Frekansı ile selülit tedavisi teknolojinin ulaştığı son noktalardan biridir. Amerikan FDA onayına sahip olması da önemli bir güvence oluşturuyor. Selülitin portakal kabuğunu andıran yumrulu ve pütürlü görüntüsü çoğunlukla lifli bağların ve ödemlerin yağ dokusunu sıkıştırması ile oluşur. Radyo frekansı enerjisi bu lifli bağlara ve yağ tabakasına ısı gönderir. Bu şekilde hücre enerjisi canlanır, hücrelerdeki su molekülleri harekete geçer. Bağlar gerilir, ödem birikintileri çözülür, yağ hücreleri parçalanır, o bölgenin metabolizması artar. Sorunlu bölgedeki dalgalı görünüm bir ölçüde hafifler. Sonuç olarak daha sıkı, düzgün bir cilt ile genel bir incelme ve toparlanma ortaya çıkar.

Tedavi keyif veriyor
Klasik termaj, ortalama 70 dereceye yakın bir ısıya yükselir. Ancak bölgesel incelme ve selülit için kullanıldığında en fazla 45 derecede uygulama yapılır. Selülitli bölgelerde sistem bir ütü gibi gezdirilir. Bir bakıma, sıcak bir masaj gibidir ve çoğu hasta tedaviden keyif alır. Bu ısı ile Radyo Frekansı, kolajen dokuyu uykudan uyandırır, faaliyete geçmesini, canlanmasını ve kendini yenilemesini sağlar. Tedavi sonunda özellikle kalça ve üst bacaklar gözle görülür bir şekilde gençleşir, gerilir ve basenler yukarı kalkar. Kollardaki sarkmalar, bel ve karın bölgesindeki gevşemeler toparlanır. Kalıcı değişim için, haftada 1 kez olmak üzere 10-12 seans yapılmasını öneriyoruz. Radyo Frekansı her türlü cilt rengine yapılabilir. Lekelenmeye yol açmaz, güneşe karşı hassasiyeti artırmaz ve şu ana kadar kullandığımız yöntemler içinde en uzun ömürlü, kalıcı sonuçları almamızı sağlar. Ayrıca yaz kış her mevsim yapılabilir.


AĞIZ KOKUSU DOGAL TEDAVI-YASEMİN AMATO

Zaman zaman herkesin ağzı kokabilir. Özellikle de sabahları! Bazen karnımız acıktığında veya diyet yaparken, hele soğan, sarmısak gibi şeyler yediğimizde kokudan kurtuluş yoktur.

Birisi ile konuşurken başını geri çektiğini fark ederiz veya kendimiz ağzımızı kapatma ihtiyacı hissederiz. Her ikisi de birbirinden kötüdür. İnsan rezil olur! Ağız kokusuna genel olarak ağızda artakalan ve damakla dişler arasına sıkışan yiyecek parçaları neden olur. Ağız kokusunun ardında kötü beslenme alışkanlıkları veya bazı sağlık sorunları da gizlenebilir.

TÜKÜRÜK ARINDIRIR
Tükürüğün arındırıcı bir özelliği vardır. Tükürük salgısı azalınca bakteriler çoğalır ve kokmaya başlarlar.
Örneğin;
-Sabahları ağzımız kokabilir, çünkü tükürük salgısı uykuda hemen hemen sıfırlanır.
-Karnımız acıkınca ağzımız kokar. Sakız çiğnemek tükürük salgısını arttırdığı için biraz yardımcı olur.
-Vücut susuz kalınca da ağız kokar, çünkü tükürük salgılaması azalır.
-Bazı hastalıklar, ilaçlar ve alkol de tükürüğü azaltır. Kokulu yiyecekler, sigara, çürük diş, dişeti sorunları, diş taşları, dişetlerinde plaklar oluşması, ağız ve boğazda iltihaplanmalar dışında; solunum yollarındaki sorunlar, diyabet, reflü, karaciğer ve akciğer hastalıkları da ağız kokusuna yol açan etkenlerdir. Eczaneler ve marketler ağız kokusuna karşı ürünlerle dolup taşar. Ama çoğunun içinde sert kimyasallar bulunur ve ağız kokusunu kısa bir süre için maskeleyip bastırırlar. İsterseniz aşağıdaki önerilerimi deneyin.

DİŞ MACUNU YAPIN:
Kendinize gayet sağlıklı bir diş macunu ve gargara hazırlayabilirsiniz. İhtiyacınız olan tüm malzemeler; yemek sodası ile biraz hidrojen peroksittir. Antiseptik gücünü arttırmak için birkaç damla çay ağacı yağı veya okaliptüs yağı da ekleyebilirsiniz. İşte diş macununuz hazır!

SU : Ağzınızın kurumasına izin vermeyin. Tükürük vücudun doğal deterjanı gibidir. Onun daima bol bol salgılanmasına yardımcı olun. Tükürüğünüz arttıkça bakteriler azalır. Bunun yolu da su içmekten geçer.

Çay ve maydanoz ağız kokusunu önler
MAYDANOZ:
Ağız kokusundan şikâyetçiyseniz daha az et ve daha az yağ tüketin. Beslenmede meyve ve sebzelere ağırlık verin. Her gün taze mayalanmış yoğurt yiyin. Maydanozun her zerresi şifalıdır. İçindeki klorofilden ötürü ağız kokusuna karşı da son derece etkilidir.

ÇAY KEYFİ:
Siyah çayın içinde ağız kokusuna yol açan bakterileri etkisiz hale getiren önemli bileşikler bulunur. Yemeklerden sonra içerseniz gayet iyi gelir. Bazen de yeşil çay veya nane çayı ile değişiklik yapabilirsiniz.


Cildimizdeki çatlaklar için ne yapalım-YASEMİN AMATO

Çatlaklar, kozmetik dünyasında daima önemini koruyan bir konudur. Tabii yalnız kozmetik dünyasını değil, birçoğumuzu düşündüren, güç durumda bırakan bir sorundur. Bunlar hızlı kilo alıp verme, gebelik, kortizon kullanımı, hormonal nedenlerle oluşabilir. Kadınlarda olduğu gibi erkeklerin de başına gelebilir. Ayrıca hem beyaz hem esmer ciltlerde ortaya çıkabilir.

Gebeliklerde oluşur
Kilo alınca gerilen, alışılmadık ölçüde genişleyen ve sınırları zorlanan deri dokuları çatlayıverir ve beyaz çizgilerle dolar. En kolay etki altında kalan yerler mide, karın, kollar, bacaklar, göğüsler ve kalçalardır. Neredeyse bütün gebeliklerde, en azından karın bölgesinde çatlamalar oluşur. Çatlakları önlemek, tedavi etmekten daha kolaydır. En azından ilk belirtileri görüldüğünde bir şeyler yapmaya çalışırsak, başarı şansımız çok daha yüksek olur. Özellikle gebelik çatlakları, henüz pembe veya mor renkte iken, tedavi edilmeleri mümkündür. Beyazlaştıktan sonra iş işten geçmiş olabilir.

Suya doyurun
Özellikle vücudunuzda yapısal olarak yağ çıkıntıları varsa, kilo aldığınızda en fazla bu kısımlar yağ toplar ve deri içeriden gelen basınca dayanamayıp çatlar. Ona bol bol nem vermek, deriyi içten ve dıştan suya doyurmak, esnekliğini arttırmak gerekir. Kremler ve losyonlar önemlidir. Aloe vera, A ve E vitaminleri, kakao yağı çatlamaya niyeti olan ciltleri korurlar. Onu nemlendirirler, beslerler ve sağlıklı hücrelerin çoğalmasına yardımcı olurlar. Bunları uygulamadan önce hafif bir peeling yaparsanız cilde nüfuz etmelerini kolaylaştırırsınız.

Gerçekçi olmalıyız
Çatlakların tedavisi için ne yazık ki henüz kesin bir çözüm bulunabilmiş değil. Çatlağın rengi, yüzeyin gerginliği, çatlağın kaç senedir var olduğu göz önüne alınarak birçok yöntem denenmektedir. Mikrodermabrazyon, Foto IPL, Fraksel lazer ve karbondioksit tedavileri çatlak tedavisinde etkin olarak kullanılmaktadır. Bu yöntemler doğumdan kısa bir süre sonra uygulandığında, çatlakları gidermekte veya azaltmakta başarılı olmaktadır. Beyaz tenlerde fraxel lazer gayet iyi sonuçlar veriyor. Esmerlerde TCA peeling ve karboksi terapi daha etkili oluyor. Öte yandan kozmetik boyama, lazer cerrahi gibi farklı uygulamalar da yapılmaktadır. Kremlere gelince... Bunların en iddialısı, içinde peptid hormonu olanlardır. Buna rağmen, esas olarak çatlakların yeni başladığı dönemlerde yardımcı olmaktadır.

Bazı durumlarda liposuction ile veya doğrudan cerrahi kesi ile sorunlu bölgeler azaltılabilmektedir. Özetle... Siz fazla kilo alıp vermekten kaçının ve çatlaklarla karşılaşırsanız gecikmeden bir dermatoloğa başvurun.

Dr. Yasemin Fatih Amato


CİLT BAKIMI NEDEN GEREKLİ-YASEMİN AMATO

Cilt bakımına neden gideriz?

Bazıları düzenli olarak cilt bakımı yaptırır, bazıları ise buna gerek duymaz veya cilt bakımının ne işe yaradığı konusunda kesin bir fikirleri yoktur. Cildi gençleştirmenin ötesinde, cilt bakımı çok temel bir konudur. Akneler, kırışıklar, lekeler veya cilt kalınlaşması gibi farklı nedenlerle yapılabilir.

Cildimiz 28 günde bir yenilendiğine göre üzerinde daima en azından ölü deriler birikir. Bunların arındırılması şarttır. Haftada 2 kez ev tipi peeling veya bir kez hafif hamam kesesi yaparak cildi arındırabiliriz. Özellikle çukur sivilce izlerinde daha fazla kir birikir. Günlük temizleme jeli ve tonik temizliği bu tip ciltler için yeterli değildir. Daha önce birçok defa yazdığım gibi, cildimiz sebum adı verilen bir yağ üretir. Bu yağ salgısı yavaşça cildin üst tabakasına doğru ilerleyerek, cildimizi nemlendiren etkenlerden birini oluşturur. Genellikle makyaj artıkları, çevre kirliliği ve ölü deriler gözenekleri tıkama eğilimi gösterirler.

SİYAH NOKTALAR!

Bu durumda sebum dışarı çıkamaz ve diğer kirlerle birleşerek katılaşır. Hava ile temas edince oksitlenip siyah noktaları oluşturur. Bu siyah noktalar iltihaplanınca sivilcelere dönüşür. Siyah noktaları kendiniz sıkmaya kalkışırsanız, çukurlar yaşam boyu sizinle kalabilir. Bu durumda, profesyonel cilt bakımı vazgeçilmezdir. Klinikte, steril bir ortamda, usta eller tarafından siyah noktalar temizlenir, dezenfekte edilir, cildi yatıştıran maskeler yapılır.

CİLT BAKIMINA GİDİN

* Her gün az veya çok makyaj yapanlar, ciltlerini ne kadar iyi temizlediklerini zannetseler de, ayda bir kere derin temizlik yaptırmaları yararlıdır.
* Bundan başka sigara içenler, uyumakta zorluk çekenler, gün boyunca gerginlik yaşayanlar cilt bakımına daha fazla ihtiyaç duyarlar. Çünkü uykusuzluk ve stres cildin yağ dengesini olumsuz yönde etkiler.
* Bu dengeyi bozan başka etkenler de vardır. Örneğin lityum ve kortizon tedavileri, bazı doğum kontrol ilaçları, adet dönemi sıkıntıları gibi...

OLGUN CİLTLERE OKSİJEN!

Yaşlı ciltlerde yağ dokusu ve hücre içi su miktarı azalır. Yani cilt kurur. Aynı zamanda da incelir. Bu nedenle peeling'e karşı ihtiyatlı olunması gerekir. Ancak derin temizlik yine de gereklidir. Biz olgun ve kuru ciltlere oksiterapi tavsiye ediyoruz. Bu tedavi, hem ölü cilt tabakalarını temizler hem de dokuya derinlemesine nüfuz eden oksijen ve nem sağlar. Böylece ciltte hücre yenilenmesi canlanır.


Vücut ritmi ve cilt bakımı-YASEMİN AMATO

Bizi sabahları uyandıran o içsel saati gayet iyi Vücut ritmi ve cilt bakımı tanırız. Bu, yaşamın en temel taşlarından biridir.

Akşamları mışıl mışıl uyutan, bizi her gün yeniden uyandıran, ne zaman kalkmaya alışmışsak, daima aynı saatte harekete geçen sessiz ama güçlü bir uyarı alırız. Sanki birisi içimizde bir düğme çevirir ve artık yatakta duramayız. İşte tüm bu vücut ritmimizi ayarlayan iç saatimizin sesidir. Ve cildimizi de fazlasıyla etkiler. Bir gün doğumundan diğer gün doğumuna kadar 24 saatlik bir süreç içinde olup bitenler doğa bilimleri ile uğraşanların en önemli şifrelerinden biridir.

Günün farklı saatlerinde vücut ısısı bile değişir. Cildimiz de bu düzenin içinde yer alır. O da tüm vücut işlevleri gibi 24 saatlik periyotlarla tamamlanan bir biyolojik döngü içinde yaşar. Ve cildin kendisini yenilemesi özellikle geceleri uyku sırasında doruğa ulaşır. Cildin kendini büyük ölçüde geceleri ve uykuda yenilediğini bilmek, çok daha etkili bir cilt bakımı için önemli bir ipucu niteliğindedir.

* Cilt metabolizması geceleri yükselir.
* Buna bağlı olarak geceleri cildin su kaybı da artar. Bu gerçekler gece kremlerinin nasıl olması gerektiğini belirler. Demek ki akşamları yatmadan önce süreceğimiz kremler; yararlı besinlerle dolu olmalı, cilde kolayca nüfuz edebilmeli, bir yandan da su kaybını önlemelidir. Gece kremleri; kuru ciltler için yüzde 80, yağlı ciltler için yüzde 45 oranında yağ içerir. Bileşimlerinde mineral yağlar, bitkisel yağlar veya vazelin kullanılır. Gece kremlerine çeşitli vitaminler veya östrojen ilave edilir.
* Yeşil çay, soya özü, E vitamini ve C vitamini kremleri cildimizi çok güzel besler.
* Kolajen kremleri ve dolgularda kullandığımız Hyaluronik asit içeren ürünler alt derideki gerçek kolajen dokuyu etkilemez ama cildin su kaybını önleyen etkili bir tabaka meydana getirir.
* Yeni silikon teknolojisiyle yapılan kremler nemi çok iyi korur.
* Gliserin gibi nem tutucu maddeler cildin içine su aktarımı yapar. Cildimizin tüm bunlardan en iyi şekilde yararlanması için öncelikle yumuşak bir temizlik yapmalı ve düzenli olarak cilt yüzeyindeki ölü derileri temizleyen peeling bakımı uygulamalıyız. Hayatımızın yaklaşık olarak üçte biri uykuda geçer. Kendini yenilemek için vücudumuz elinden geleni yapar. Biz de ona yardım edersek, bu doğal ritme aktif olarak katılmış ve doğayla uyum içinde ondan yararlanmış oluruz...


GEBELİĞE BAĞLI DEĞİŞİMLER-YASEMİN AMATO

Hamilelik döneminde birçok kadın hem gereğinden fazla kilo alır, hem de ciltleri bozulur. Vücut formunun bozulması, cilt lekeleri, dolaşım bozuklukları, kılcal damar çatlamaları, varisler, karın ve göğüslerdeki çatlaklar gibi sorunlarla karşılaşır. Gebelik sırasında cilt daha fazla yağ üretir, ter bezleri ise daha yavaş çalışır.

Bu sorunların tümü üç nedenden kaynaklanır:
1. Östrojen hormonunun yükselmesi
2. Kilolarla artan vücut ağırlığı ve hareketsizlik
3. Güneş etkileri Hamilelik bilinçli bir şekilde yaşanacak olursa, bunların çoğu önlenebilir. Bir kısmı zaten doğumdan sonra geçer. Gebelik boyunca beslenme ve harekete özen gösterilmesi çok önemlidir. Böylece hem bebek daha sağlıklı olur, hem anne doğumdan sonra kolayca formuna kavuşur, hem de çatlaklar ve ödemler büyük ölçüde önlenir. Düzenli egzersiz yapın. Hareket varisleri, ayak bileklerinde ve ayaklarda su birikmesini (ödem) önler, karın kaslarını kuvvetlendirir, doğumu kolaylaştırır. Çatlaklara gelince... Karın ve göğüslerin hacmi genişlediği için deri gerilerek çatlar. Bu çatlaklar yeni oluştuğunda tedavi edilmeleri mümkündür. Özellikle mikrodermabrazyon uygulaması, hamilelik çatlaklarında çok etkilidir.

KİLO VARİSE YOL AÇAR
Hamileliğin ileri aylarında, vücut ağırlığı bacak damarları üzerindeki basıncı artırır. Bunun sonucunda hamile kadınların bazılarında varisler meydana gelir. Bu nedenle ne kadar az kilo alınırsa, o kadar iyidir. Varisler en çok baldırlarda, üst bacak bölgesinde, vajina ve anüste görülür. Doğumdan sonra kilo verilince, nispi bir düzelme olur. Neyse ki, varisleri gidermek için gayet etkili tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Hamileliğin özellikle son aylarında az veya çok herkeste ödem görülür. Önlem olarak gebelik boyunca tuzu azaltın. Gebelik süresince ödem söktüren ilaçlar kullanmayın. Bu tür ilaçlar vücut sıvısının atılmasına yol açar ve bebek için tehlike yaratır. Ayaklarınız şişiyorsa, her fırsatta biraz yükseğe kaldırıp uzatın. Uyurken, altına yastık koyun. Gebelikteki ödemler, doğumdan sonra kaybolur.

LEKELERİN ÇOĞU GEÇİCİDİR
Gebelik sırasında ciltte çeşitli lekeler oluşabilir. Bunların çoğu östrojen seviyesinin yükselmesine bağlıdır. Bu lekeler doğumdan sonraki ilk yıl içinde kaybolur. Ancak güneş bu lekeleri pekiştirir. Bu nedenle hamilelik boyunca cildin güneşten korunması gerekir. Gördüğünüz gibi; doğru beslenip, doktorunuzun tavsiye ettiği egzersizleri yaparsanız ve fazla kilo almazsanız, güneşten de korunursanız gebelikten korkmanıza gerek yok. Hormonal değişikliklerin yol açtığı tüm sorunlar ve lekeler, doğumdan sonra geçer. Bebeğinizi emzirirken, karın kaslarınız toparlanır. Kalıcı lekeler sadece güneşten kaynaklanır. Vücudun deformasyonu ise fazla kiloların ve hareketsizliğin eserleridir. Doğurmak, yeniden doğmak gibidir.


K Vitamini şimdi de estetiğin hizmetinde

Kırışmanın şifresini bozacak bir şeyler olmalı, daha kolay, daha ucuz, daha kalıcı ve daha erişilebilir bir iksir bulunmalı. Gözlerin kenarında yelpaze misali katlanan o çizgiler, ağız çevresinde derinleşen oluklarla baş etmenin köklü bir çaresi olmalı. Tüm kozmetik dünyasının düşü bu!

Bilimsel müjdeler
Cildin aşırı kırışmasına yol açan bir hastalık var; adı (PXE). Hollanda'da bu hastalığa karşı bazı araştırmalar yapıldı. Sonuçlar dermatoloji dünyasında yeni umutlara yol açtı. Çünkü K Vitamininin bu hastalığın sonucu olan kırışıklıklardan korunmada ve tedavisinde kilit bir rol oynadığı anlaşıldı. Uzmanlar cildin esnekliği ve gerginliği ile K Vitamini arasında önemli bir ilişki olduğu sonucuna vardılar. Şimdi büyük bir heyecanla K Vitamini'nin kırışık önleyici etkileri, oluşmuş kırışıklıklarda nasıl kullanılabileceği gibi konularda, araştırma ve deney devam ediyorlar. Biz de sonuçları bekliyoruz... K Vitamini kanın pıhtılaşmasındaki en önemli etkenlerden biridir. Eksikliğinde kanamaya eğilim artar, pıhtılaşma süresi uzar. Bu nedenle K Vitaminini kozmetik dünyasında kılcal damar çatlamaları, varisler ve gözaltı morlukları tedavisinde kullanıyorduk. Çünkü ciltteki temel fonksiyonunu kan pıhtılaşmasını sağlaması olarak dikkate alıyorduk. Etkili de oluyordu. Kırışıkları önlemesi, geçirmesi ise yepyeni bir konu!

Morarmaya karşı...
* Kılcal damarlar üzerindeki etkisi nedeniyle K Vitamini gözaltı morluklarını geçirir, en azından hafifletir.
* Bazı ciltler en küçük bir çarpmada morarırlar. Bu derdin dermanı da K Vitaminidir.
* Varis tedavilerinde haricen kullanılır. Cildin gözeneklerinden derinin alt katmanlarına doğru iner ve hasar görmüş olan kan damarlarını onarır, sızıntıların kapanmasını sağlar, dokunun kendi kendini onarmasına yardımcı olur.

Yeşil çay yine başrolde
K Vitamini; lahana, camembert peyniri, karnabahar, çedar peyniri, yeşil çay, yulaf, soya fasulyesi, ıspanak, karaciğer, tereyağı, marul ve şalgamda yeteri kadar bulunur. Bağırsaklardaki bakteriler de K vitamini üretirler. Bunların arasında yeşil çay (100 gr.'da 700 mikrogram) tüm K Vitamini kaynakları içinde önde gelirken, siyah çaydaki miktarı sıfır seviyesindedir. Şimdi gözaltı morluklarında neden yeşil çay kompresleri önerdiğimiz daha iyi anlaşılıyor sanırım. Bu listeye bakarak lahana, tereyağı, karnabahar maskeleri de önerebiliriz.

Kırışıklık önleyen diyet
* Yoğurt, kefir, asitlenmiş süt; bağırsaklardaki bakterilerin K Vitamini üretmesini kolaylaştırır.
* Gıda hassasiyeti ve antibiyotikler ile bağırsakta emiliminin bozulması, K Vitamini üretimini engeller.
* Fazla E Vitamini, K Vitamini emilimini bozar. C vitamini, E vitamini, peptidler derken, şimdi de sıra K Vitaminine geldi. Acaba K vitaminin daha etkin, daha iyi emilebilen bir kullanımı ile kırışıkları önlemek, en azından geciktirmek ve hafifletmek mümkün olacak mı? Şimdi merakla bu sorunun cevabını bekliyoruz...


YUMURTA AKI MUCİZESİ-YASEMİN AMATO

Yumurta beyazının çoğunluğunu oluşturan ovalbumin, tam bir protein kaynağıdır. Ovamin ise virüslere ket vurur. Yumurta beyazı ile natürel cilt bakımı yapabilirsiniz...

Yumurta beyazı ile natürel cilt bakımıCilt bakımında en sevdiğim konulardan birisi doğal natürel ürünler kullanarak bir bakım programı yaratmaktır. Kendimi eski şamanların öğrencisi gibi hissederim her zaman. Tabi bunun için hangi bitkinin ne amaçlı kullanılabileceğini, hangi besinin yendiği gibi topkal olarak uygulandığında nasıl bir etki yaratacağını çok iyi tecrübe etmiş olmak gerekir. Örneğin buzdolabında yumurta beyazı olmayanımız yoktur, fakat yumurta beyazının nelere iyi geldiğini ve hangi sebeplerden dolayı cildimizi yenileyebileceğini biliyor muyuz? Gelin bu hafta yumurta beyazını mercek altına koyup inceleyelim…

Cilt temizleyici bir maske

Yumurta beyazı, bazen albumin olarak da isimlendirilir, teknik olarak yumurtanın sitoplâzmasıdır. Yumurta beyazının çoğunluğunu oluşturan ovalbumin, tam bir protein kaynağıdır, ovomisin ise virüslere ket vurur. Yumurta beyazının cilt temizleyici olmasının sebebi, lisozim adı verdiğimiz mikrop öldürücü bir enzim yönünden zengin olmasıdır. Bu enzimin ana görevi bakteriyel hücre duvarlarını temizlemesidir. Birçok besine doğal koruyucu madde olarak eklenen lisozom enziminin aynı zamanda yumurta beyazı maskesi şeklinde kullanıldığında, siyah ve beyaz noktaları temizleyebileceği düşünülmektedir.

Cilt sıkılaştırma etkisi

Uzun süre olmasa da yumurta beyazının face lift etkisi zaten çoğumuz tarafından bilinen bir uygulama sanırım. Akneleri temizleyebileceğini düşündüğüm halde, bu konuda yumurta beyazı üzerine daha çok klinik deney yapılması gerektiğine inanıyorum. Yumurta beyazının protein (kollajen) bakımından zengin olması ve tam bir amino asit zinciri içermesi, karıştırdığınız zaman su içeriğinde buharlaşma meydana getirir.. Cildinize sürdüğünüzde, nem oranı düştüğünden geriye kalan madde bir streç film gibi gerilir ve gözeneklerde geçici bir sıkılaşma meydana getirir. Aklınızda bulunsun.

İtfaiyeci yanık tedavisi

Yumurta akı kullanılarak yanıklar basit ve etkin biçimde tedavi edilebilir mi dersiniz? Bu yöntem itfaiyecilerin eğitimi sırasında ders olarak veriliyor:
Bir yanık meydana geldiğinde, kapsadığı alan ne olursa olsun ilk yardım, etkilenen alanı sıcaklık azalıncaya ve deri tabakalarını yakmayı bırakıncaya kadar soğuk suyun altına tutmak ve sonrasında bu bölgeye yumurta akı uygulamaktan oluşmaktadır.

İtfaiyecilerimizden birisi, elinin büyük bir kısmı kaynar su ile yandığında, duyduğu büyük acıya rağmen elini soğuk su musluğunun altına tutmuş ve sonrasında 2 yumurta kırmış, aklarını ayırmış ve çırpmış ve elini içine daldırmıştır. Eli o denli yanmış durumdadır ki yumurta akı uygulanır uygulanmaz derisi kurumuş ve yumurta akı bir film tabakası oluşturmuştur.

Daha sonra bu kişi yumurta akının doğal bir kollajen (bir tür albüminoid) olduğunu öğrenmiş ve en az bir saat boyunca eline tabaka üzerine tabaka gelecek şekilde yumurta akı uygulamıştır. Öğleden sonra hiçbir acı duymaz olmuştur. Ertesi sabah yanık bölgesinde nerdeyse belirsiz bir kırmızımsı leke kalmıştır. Elinde sürekli ve feci görünüşlü bir yara izi kalacağını düşünürken 10 gün sonra geride hiçbir yanık izi kalmamış ve hatta deri eski normal rengine yeniden kavuşmuştur! Yanan bölge yumurta akında mevcut ve aslında vitamin dolu bir plasenta (etene) olan kollajen sayesinde tamamen yenilenmiştir.


Peeling etkili bir maske:

Yumurta akını iyice çırptıktan sonra içine bir kaşık yulaf ezmesi ve çok az bal koyun ve karıştırıp bekletmeden yüzünüze- boynunuza iyice yedirin. 10 dakika kurumasını bekleyip durulayın.

Sıkılaştırıcı bir maske:

Bir yumurta akını ayırın, aynı miktarda alkol ile karıştırıp maske yapın.

Yağlı ciltler için yararlı bir maske:

Yumurta akını iyice çırptıktan sonra içine bir çay kaşığı limon suyu koyun ve bekletmeden yüzünüze-boynunuza sürün.

Gözlere lifting etkisi :

Yumurta akını iyice çırptıktan sonra ince bir tabaka göz altlarına sürün. Kurumasını bekledikten sonra ince bir tabaka daha sürün ve durulamadan göz makyajınızı yapın. Göz altlarınızın lifting etkisini hissedeceksiniz.

Nasıl, beğendiniz mi? İnanın tümü de çok etkili. Bu sayfayın değerini deneyince anlayacaksınız…